...
Başlık : Eski Zaman Masalları
Yazar : Betül İğdeli

“ Kızıl Kale” öykü kitabı “ geçmişle şimdi arası kadınlık öyküleri” konusunda kadınların tarihsel konumunu anlatmaktadır. Kadınların insanlığın yarısını oluşturmasına karşın ikincil duruma düşmeleri feminist hareketlerin çıkış noktasıdır. Kadını tarihsel özne olarak görünür hale gelmesi history yerine her-story ile mümkün olacaktır. Bu kitapta ilkel dönemlerden günümüze dek bu güne kadar görmezden gelinen her yaştan kadın kahramanın öyküleri, kadınlık tarihi de anlatılmaktadır.

“Eski Zaman Masalları”nın ilk öyküsü “Kızıl Kalede Mahpus”, ruhunu şeytana sattığı düşünülen, çok genç, kıvrak bedenli, simsiyah kement saçlı, üstelik de harfleri tanıdığından tuhaf bulunan çingene kızlarla ilgilidir. Erkek egemen toplumda kadın figür aşağılanmakta, kadın ikincil konuma itilmektedir. Okuma bilmek erkeklerin tekelinde olduğundan su başında çingene erkeklerle sevişirken yakalanan ikiz çingene kızların harflere aşina olması tuhaf karşılanacaktır. Erkekler sünnet edilip askere gönderilirken kızlar zindanda bilgi ışığından, aydınlanmadan yoksun bırakılacaklardır.

Kızlar kızgın duvarların ateşine dayanabilmek için işlemeli demir pencereden görülen karlı dağları düşlerler. İkiz kardeşi dayanamaz ve gür saçlarını demire bağlayarak kendini asar. Sıcak denizle kayaçları buzullarla kaplı geçit vermeyen karlı dağların arasına sıkışmış bu kızıl topraktan yapılmış Kızıl Kale, mahpus olan kızın bedeninin metaforudur. Mahpus kızlar için cennetle cehennemi birleştiren tek şey işittiği “ zambak kokusuyla savrulan aşk buğuları, tenden tene, terli ve tuzlu, Akdeniz gibi tuzlu. Dokunmak… Ekmekten bile aziz” iniltilerdir. Haklarında hüküm verecek iki alim karar verene kadar tutuklu kalacaklardır.

Hakan damarlarında kan yerine ateş dolaşan bu “çifte cadıyı” başka dinlerdeki egemenlerin yaptığı gibi odun ateşinde yaktırmak yerine az su ve kuru ekmekle açlıkla yargılayarak iyilik ettiğini düşünür. Hakanın danışmanları kızların hakkında bir karara varana, yani sonbahara kadar tutukludurlar. Danışmanların bu konudaki tartışmaları erkek egemen eril dilin egemenliğini ortaya koyar. Kadınlar “yılan”, “ büyücü”, ”doğuştan kötü” olarak nitelenerek, yaradılış öyküsündeki yasak elmaya, kadın bedenine gönderme yapılır.

Danışmanlar cinsel arzuları ve tutkuları yüzünden zindana atılan kızları konuşurken annelik ile insan soyunun sürdürülmesi yüceltilirken kadın cinsine karşı yaşam hakkı tanımayan erkek danışmanın cinsel yaşamındaki dramına ayna tutulacak, zambak bahçesinden gelen aşk iniltileriyle yaşama tutunan mahpus kız kaçak sevgililerin yakalanması sonucunda kara saçlarını boynuna ve demire dolayarak kıstırıldığı bu dar mekandan özgürlüğüne kavuşacaktır.

“ Erdemoğulları ve Uysal Kızlar” adını taşıyan ikinci öyküde kabileler arası ilişkileri toplumsal cinsiyet üzerinden incelenebilir. Eril dilin yücelttiği Erdem oğulları, kadının erdemini şifreleyen uysal kızlar kabilesinden neslin sürdürülmesi için kız alırlar. Uysal kızlar kabilesinin yiyecek ve güvenliğini sağlarlar. Uysal kızlara yüz görümlüğü olarak gümüş kancalara tutturulmuş mavi boncuklar takarlar. Böylece kadınlar para ya da eşya karşılığı alınan neslin sürdürülmesi sağlayacak nesnelere dönüşürler, kişilik sahibi özneler olamazlar. Erdemoğuları’nın reisi Hekimbaşı’nın karısının tuhaf bir kadındır. İşlerini çabucak bitirir, kimsenin bilmediği bir dilde şarkılar söyler, üstelik tek bir kız çocuğu vardır. Kabile reisinin soyunu sürdürecek bir erkek çocuk da doğurmamıştır. Hekimbaşı kabilenin hastalarının derdine deva olduğu halde karısının çocuğunun olmaması için yetiştirdiği otların hikmetini anlamaz.

Diğer uysal kadınlarsa hayvanların sağılması, bulgurun elenmesi, çocukların beslenmesi gibi işleri yüzünden işten başlarını kaldıramazken Hekimbaşı’nın karısının işleri çabucak bitirmesini onun tek çocuklu olmasına bağlarlar. Uysal kadınlar istedikleri zaman çocuk doğurmanın sırrını bilseler de Erdemoğulları’nın kurallarına uysallıkla uyarak kabilenin çoğalması için en azından iki yılda bir çocuk doğururlar. Toplumsal cinsiyet rollerini içselleştiren kadınların feminist bilinç geliştiremeyecekleri ataerkil düzenin sürdürülmesinde etkili oldukları görülür. Oğlu olmadığı için kabileden seçtiği çıraktan memnun olmayan Hekimbaşı’nın karısı kız çocuklardan birini çırak seçmesini ister. Kabilenin reisi yüzyıllarca süren ananeyi bozmak istemez. Kızların bitkilerle haşır neşir olması vurgulanarak kadınlar ve doğanın üzerindeki erkek baskısına işaret edilerek kadınların doğa ile bütünleşmesinde kendi özgürlüğüne kavuşacağını savunan ekofeminizme de bir gönderme yapılmaktadır.

Yok ovasında yaşayan Erdemoğulları kabilesi at yetiştirerek ve zaman zaman yağma ile yaşayan bir kabiledir, ancak toprak onları doyurmaz olunca herkes hemen hemen her dertlerine deva bulan Reislerinin yeni bir hayat kurmasını beklemektedir. Toprak satın alarak yerleşik düzene geçmek isteyen Hekimbaşı atları rehin vererek bankadan borç alır. Hekimbaşı ile dost olan jokey Soluk Beniz bir dolandırıcıdır. Atların birer birer elden çıkarılmasıyla ve Soluk Beniz tarafından Hekimbaşı’na verilen hisse senetlerinin de değerinin düşmesiyle zor duruma düşen adam bu duruma katlanamayarak ölür.

Uysal kadın içgüdüsel olarak da olsa olayların farkındadır. Kocasını uyardığında sözünü dinletemez. Ataerkil düzende güçlü ve akıllı olanlar erkeklerdir, yönetim onların tekelindedir. Uysal kadın kocasına daha önce kabileden ayrılmasını önerse de Hekimbaşı cesaret edemez ve reisliği bırakamaz. Reis ölünce Soluk Beniz ve adamları senedin peşine düşer, Hekimbaşı’nın borcunu ödemesi için karısından senedi isterler. Sözlerini geçiremedikleri uysal kızlara “Arsız kadın” diye seslenerek eril dille onu ötekileştirirler. Senedi alamayınca Uysal kadın ve kızının şehirde sermaye olarak çalışmalarını kendilerine bu şekilde ödeme yapılmasını isterler.

Üzerlerine baskı kuran kabileden kaçmaya karar veren uysal kadın ve uysal kızın bir “başka hayat”ın olabileceğine inanması feminist bakışla yazılan metnin dikkati çeken bir umut kaynağıdır. Karanlık basınca kabilenin konakladığı tarafın ters yönünde dik yamaca tutuna tutuna bir başka ovaya inerek kaybolurlar.” Onları bir daha da gören olmaz. Ya sonsuz ovalarda, yalçın kayalıklarda, sınırsız yaylalarda telef oldular ya da küllerinden doğan anka kuşu örneği bir başka hayata doğdular” denilir.

Bir sol grubun alegorik eleştirisinin de yapıldığı öykünün sonunda nihayet toprağa yerleştikleri köy meydanına herkesin Hekimbaşı sandığı ona hiç benzemeyen bir büst yerleştirilir. Hekimbaşı’nın karısı ve kızını anan kimse olmaz. Tarih boyunca kadınların unutulma ve yok sayılma yazgısına da işaret edilir.

“Dullar Evi” öyküsünde de uysal kadınlar gibi uysal olan ülkeyi uğursuz bir ağ gibi saran dul evlerinin sakinleridir. Yoksul ailelerinin çocuk yaştaki evlendirilmiş kızlar ya da zalim ailelerin dul kalan zavallı gelinleri bu barakalarda dilenir ya da fahişelik yaparlar. Ataerkil toplumda kadına duyulan saygı kocasının statüsüne göre belirlendiğinden dul olma hali kadınların tüm yaşantısını etkiler. Dul eşin kocasının ölüsüyle yakılmasını üçüncü dünyanın bir özgürlük savaşçısı olan Mehta bir kazanım olarak görse de dul evlerinin kadınların yaşamını etkileyen ”öz”ün aynı kaldığını söyleyerek kapatılmasını sağlamıştır.

Ancak Mehta liderliği bırakarak kendi kabuğuna çekilerek sefil bir hayat sürme kararı almıştır. Gücün tek elde toplanmasının hem bireysel hem de toplumsal kimliğe zarar vereceğini düşünen kahramanımız eril güce dair kendini sorgular. Kimliğini saklayarak yaşayan Mehta’nın kim olduğunu bilen tek kişi dullar evinden kurtulmuş eski bir dokuma işçisi olan üç çocuğu ve on torunu olan bakıcısı Aya’dır. Oğlu yedi çocuğuna bakamadığından yedi yaşında olan kızını evlendirmiş ancak otuz iki yaşındaki damat bir iş kazasına kurban gitmiştir.

Baba evine gönderilen çocuk gelin Aya’nın karşı çıkmasına rağmen Dullar Evi’ne gönderilecektir. İşlerinden elini eteğini çekmiş yaşlı fahişeler genç ve çocuk dullara bakarak hayır yapacakları iddiasıyla yeniden Dullar Evleri’ni açarlar. Aslında eski zihniyetle açılan bu yerlerde sosyo ekonomik durumu zayıf olan kadın ve çocukların ezilmesine devam edilmektedir. Mehta çocukluğuna dönerek geçmişte çocuk yaştaki arkadaşının gelin olmasını hatırlar. Kadınlara biçilen cinsel rol kalıplarının değişmediğini düşünür. Öykünün sonunda Aya kendisinin Dullar Evi’ne gitmesini, yerine torununun bakıcılık yapmasını Mehta’dan isteyecektir. Böylece kuşaklar arası bir dayanışmaya şahit olunurken kadınların kendilerini feda eden özverileri ataerkil düzende olumlanarak annelik rolleri yeniden üretilecektir.

Türk edebiyatında kadının bireysel ve toplumsal konumunu irdeleyen Erendiz Atasü ataerkil sistemi değerlerini cesur bir tavırla sorgulayan adı gibi parlayan bir güneştir. Medeniyet tarihi boyunca eril iktidarların kadına bakışındaki toplumsal cinsiyetçi bakışını cesur bir tavırla irdeleyen feminist yazarımız, kadınlık hallerini, toplumsal cinsiyet rollerini öykülenmektedir. Zaman ve mekan farklı da olsa kadınların toplumsallaşma sürecinde ataerkil düzenin baskısı altında kaldığı metinlerinde kurgulanır. Güç odağı olan erkek kahramanların da sağlıklı bir kimliğin oluşumun engelleyen zihniyet yapısı da sergilenir.

Kadınların akıl konusunda yetersizliğinin bir kültürel kod olarak işlendiği ve içselleştirildiği durumlar günümüzde de kadının yönetimsel ve teknolojik olarak ikincil konuma itilmesine yol açmaktadır. Farkındalığın sağlanması en önemli faktörlerin başında gelirken bu konuda yeni paradigmalar da geliştirilmektedir.

KAYNAKLAR:
Erendiz Atasü, “Kızıl Kale”, Can Yayınları 2015,İstanbul
Alev Önder “Erendiz Atasü’ nün Kızıl Kale Adlı Öykü Kitabında Toplumsal Cinsiyet” Turkish Studies, International Periodical for theLanguages, Literature&History of Tırkish Volıume 11/10 Spirng 2016 |
Blog | Odak Yazar: Erendüz Atasü (Dosyalar) Esin Hamamcı- 13.1.2019http://www.sabitfikir.com/dosyalar/odakyazar-erendiz-atasu-ii

Sayfa : 8