...
Başlık : Erendiz Atasü ile Söyleşi: “Benim kadınlarımın yenilgiyi bozguna çevirmemek gibi bir özellikleri var.”
Yazar : Gülçin Manka

Sevgili Erendiz Hocam, 1970’li yıllardan bu yana, hayran olunacak bir üretkenlikle öykü, roman, deneme türlerinde yazmaya, eser vermeye devam ediyorsunuz. Ayrıca kitaplarınız üzerine yapılan incelemeler, yayınlanan kitaplar var ki bu da her yazara nasip olmayan çok güzel bir şey. Eserlerinizde işlediğiniz, kadına, toplumsal ve siyasi tarihimize, bugünümüzün Türkiye’sine ilişkin soru ve sorunlar, sizin bir aydın ve edebiyatçı olarak bu konulara olan duyarlılığınızı ortaya koyuyor. “Kadınlar da Vardır”, “Bir Yaş Dönümü Rüyası” gibi kitaplarınız başta olmak üzere, eserlerinizde feminist yönünüzü görüyoruz. Kadınlar eserlerinizde hangi özellikleriyle, hangi acı ve mücadeleleriyle var oluyorlar?

Sanırım, kadınların önyargılara karşı duruşları beni etkiliyor. Benim kadınlarım mücadele ediyor, acı çekiyor, yeniliyor fakat kırılmıyorlar. Tabi, bir yazar söylemek istediğini eserinde söylüyor zaten; dolayısıyla kendi yaratısına topluca bakıp da bir sonuç çıkartması biraz zor; ama sanırım yukarıda söylediklerim kurgusal kişilerim için geçerlidir. Öyle kolay zaferler, lekesiz mutluluklar filan yok; -kadınları melek olarak da görmem, ayrıca-; ama sanırım benim kadınlarımın yenilgiyi bozguna çevirmemek gibi bir özellikleri var.

• Bize feminizm anlayışınızdan ve Türkiye’de kadın sorunsalından söz eder misiniz?

Feminist mücadele, kadınların tüm birer insan olduklarını önce kendilerinin fark etmeleri ve sonra toplumda geçerli kılabilmeleri için yürüttükleri bireysel ya da topluca çabalardır. Türkiye, Cumhuriyet devrimiyle kadınların önünde açılan kapıları yasal düzlemden hayatın her alanına taşıyabilmekte başarısız oldu. Hükümetlerin İkinci Dünya savaşından sonra ilerici kadın politikaları olmadı; sermaye çevrelerinin de çabası olmadı. Oysa yasa ve para gücü bu iki odakta mevcut. Her güç işi başarmayı aydınlardan beklemek ne haklı ne de gerçekçi bir tutum. Sol muhalefetin yükseldiği dönemlerde, kadınların ikincilliği kimi sol fraksiyonda bile sürdü. Son on yıllarda ise resmi güç kadını kapatmaya doğru gidiyor ve epey mesafe aldı

. • Milli Mücadele yıllarından başlayarak Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizdeki siyasi ve toplumsal dönüşümü anlatan “Dağın Öteki Yüzü” romanınızın Okura Mektup bölümünde, romana, annenizin ölümünden sonra bulduğunuz eski mektupların esin verdiğini anlatıyorsunuz. Bundan biraz söz eder misiniz, neydi bu mektuplarda bulduğunuz şey, siz duygulandıran, heyecanlandıran, kitabın nüvesini oluşturan?

Dönemin ruhunu buldum. Cumhuriyetin ilk kuşağının masumiyetini, yurt sevgisini, dayanışmacı ve fedakar ruhunu buldum. Sonra, bu ruhta beliren çatlakları, bireysel hırslar, kıskançlıklar, idealizmin yozlaşması… Ve o zamanın somut koşullarını buldum. Gündelik hayatın, bir yerden bir yere yolculuk yapabilmenin bile ne kadar çetin şartlarda geçtiğini. Türkiye’nin kat etiği mesafe gerçekten müthiş; keşke bu mesafeyi bunca toplumsal adaletsizlikle birlikte yürümeseydik.

Elli yıldır üreten bir yazar olarak, Türkiye’deki okur profilinin geçmişten bugüne nasıl değişim geçirdiğini sizden öğrenebilir miyiz? Edebiyat dünyasında nasıl bir dönüşüm yaşandı?

Yazmaya başlayalı elli yıla yaklaşıyor, ama yayımlama aşamasına geleli daha kırk yıl dolmadı. Bu süre zarfında edebiyatımızda toplumsal izlekler zayıfladı; bireysel izlekler de aman aman bir derinlik kazanamadı. Dünyayı teslim alan neoliberal ekonominin basıncı edebiyat yayıncılığında da hissedildi. Sonuç, kolay okundukları, dolayısıyla çok sattıkları için okurun zihnini açamayan, onu sadece oyalayan yapıtla prim verilmesi oldu. Bu da beraberinde, gerek okurda gerek yazarda, entelektüel düzeyin aşağı çekilmesine yol açtı. Edebiyat yayıncılığında bir enflasyon yaşanıyor, kötü paranın iyi parayı kovması gibi, kötü yapıtlar da diğerlerini silip süpürerek gözlerden saklıyor.

• Bir söyleşinizde, kısa öyküde hayatın bir kesitini alarak büyük resmin izdüşümünü yakaladığınızı, oysa romanda bunu yapmanın zor olduğunu ifade ediyorsunuz. Bundan biraz söz eder misiniz, neden? Roman yazımı öyküden zor mudur, yoksa ikisinin de kendine göre farklı zorlukları var mıdır sizce? İ

kisinin de kendine göre zorlukları var. Kıyaslama yapmak pek doğru değil. Roman tüm bir hayatı yansıtmak ya da küçük ölçekte kurmak iddiasında olan bir türdür. Günümüzde toplumsal doku o kadar parçalandı ve parçalar birbirine o kadar yabancılaştı ki… Bunu bir romana sığdırabilmek tek bir kişinin çabasını aşıyor.

Bir konuşmanızda “Çağımızın hızı, kitle iletişim araçları, sosyal medyanın yoğun kullanımı edebiyatın özüne ters düşüyor” diyorsunuz, çünkü edebiyat hayatın hızını yavaşlatan, insanın durup bir soluk almasını, geriye ve şimdiki zamana bir bakış atmasını gerektiren, kalıcı olmayı arzu eden bir sanat alanı, sanatın her türü gibi. Bu durumda, günümüzde edebiyatın da, yazarın da işi zorlaşıyor. Ama bir yandan da, hızlı tüketilebilecek ama geleceğe kalmayacak bazı ürünler ve yazarlar da bir anda parlayabiliyor. Bu konuda umutsuz olmalı mıyız? Yeni yazarlara buna ilişkin neler söylemek, önermek istersiniz?

Okuma serüvenine klasiklerden başlamalarını, ürün verdikleri dilin edebiyat coğrafyasını iyi tanımalarını salık veririm.

Diğer taraftan, bu durum bazen edebiyatın/ eserin lehine de işleyebiliyor gibi geliyor bana. Bir klasiğin oyun, film, dizi olarak yeniden üretilmesi, kitle iletişim araçlarında yer alması, onu bir anda üne kavuşturabiliyor, satılıp okunmasını sağlıyor. Örneğin, Sabahattin Ali’nin eserleri uzun yıllar sonra adeta yeniden keşfedildi, Kürk Mantolu Madonna, Kuyucaklı Yusuf, büyük kitabevlerinin en ön raflarında yer alıyor. Buna sevinmeli miyiz sizce, yoksa bu tamamen bir yanılsama mı?

Sevinmeliyiz derim. Her musibetin bir iyi yanı varmış. Edebiyatın ticarileşmesinin bir yansıması bu. Ölümlerinin üzerinden belli süre geçmiş yazarların mirasçılarına telif ödenmiyor, kamunun ortak mülkü sayılıyor, onarın yapıtları. Dolayısıyla yayıncılar telif ödemeyecekleri için bu eserlere için sahip çıkıyorlar. Sonuç herkes için iyi.

Son öykü kitabınıza adını veren “Şairin Ölümü” öykünüzde, ünlü Rus şair Mayakovsky’nin hayatını büyük bir huşuyla, yoğun bir duygulanım içinde okudum. Öyküde, gerçek bir sanatçının, siyasetin üstünde ve ötesinde olduğu için son döneminde siyasi ve toplumsal çevresinden soyutlanması sanki şu cümlede özetleniyor: “…ve Şairin dağ doruklarından kopup gelen çavlanları andıran ruhunun dizginlenemeyeceğini pekala seziyorlardı; o nedenle birliğin kara koyunu olup çıktı Şair.” Gündelik siyasetin, sığ ve çorak yaşamların ötesinde yaşayan ve üreten her sanatçının kaderi bu mudur, sanatta devrimciliğin bedeli bu kadar ağır mı ödenir her zaman?

Galiba öyle. İdeal ve duygu insanı olan sanatçının pragmatik eylem insanı olan devrim önderleriyle düşünce ve amaçta uyuşsalar da amaca giden yolda tamamen mutabık kalmaları bence imkansız. Sanatçı gölge etmemek durumunda; devrimci ise sanatçıya baskı yapmamak ve arada sırada , bir fren tertibatı olarak sanatçının sözüne kulak vermek durumunda. Ama bu ideal bir durum ve hayat maalesef ideal koşullara yaşanamıyor.

• Edebiyat üzerine yazdığınız denemelerinizi bir araya getirdiğiniz son kitabınız, “Türk Romanında Bir Gezinti” adını taşıyor. Okuyan ve yazan herkes için bir başucu kitabı olarak nitelendirilen bu kitap için neler söylemek istersiniz?

Ülkemizdeki edebi eleştiri ve inceleme geleneği günümüzde yerini tanıtım ve reklama mı bıraktı, bunun neden ve sonuçları nelerdir? Evet, öyle oldu, neoliberalizmin edebiyat dünyasını da teslim almasıyla oldu bu iş. Zaten eklemek zorundayım ki, bizde eleştiri zaten kökleşmiş, gelişmiş bir tür değildi. Çoğu kez eleştiri adına efelenmelerden ibaret metinler okuduk ve hala okuyoruz. Ben kendime eleştirmen demem, eleştirmenin çok daha kapsamlı ve sistemli çalışması gerekir. Mesela Sadık Aslankara neredeyse yayımlanan her romana ve öykü kitabına ciddiyetle, yansızlıkla, emeğe saygı ile nesnelliği birleştirerek eğilen bir eleştirmen. Ben sadece kendi okuma serüvenim içinde değerli bulduğum, bu kafa karıştırıcı gürültü ortamında güme gitmelerinden endişe ettiğim kitaplar için yazıyorum. Ancak yazarken yapıta mümkün olduğunca nesnel yaklaşırım; öne edebiyat değerini alırım.

• Eklemek istediğiniz bir mesaj, bir düşünce ya da dilek var mıdır?

Okurlarımıza edebiyattan kopmamalarını ve kitap seçerken, medyatik gürültüye fazla itibar etmemelerini öneririm. Çok teşekkür ediyor, yeni yaratım ve üretimlerle dolu nice sağlıklı, mutlu yıllar diliyorum size.

Sayfa : 5