...
Başlık : BIRÎNDAR
Yazar : Betül İğdeli

Alegorik  bir roman olan  Brîndar, anti kahraman Celal’in rüyasıyla başlar. Yerde yatan muhatabı ona dik dik bakmaktadır ve  distopik romanlarda görülen kendini tanrı olarak gören egemenleri temsil eden  Celal’den korkmamaktadır. Onu tekrar  işkence etmek için yerden kaldırırken kurbanının titremesi kendisine geçer. Kaçmaya başlar, onu bir yılan kovalamaktadır. Yılan babasına benzemeye başlamışken   ayağa kalkar. Ne yapacağını şaşırmışken bir çeşmeye varır. Çeşmeden akan suda kendisinin yüzünün hem babasına hem de yılana dönüştüğünü görür. Uyandığında gözlerini esir olarak alıkonulduğu mağarada açar. Karısı Melike’yi ve çocuklarını merak eder.

Kaçırılmasında sevgilisi yeşil gözlerine vurulduğu uzun boylu güzel öğretmen  Ceyda’nın parmağı var mıdır diye  düşünür. Operasyona gitmeden bir gün önce onun evinde televizyon seyrederken Ceyda, kendilerini evli çiftlere benzetmiştir. Celal, evlilikten  nefret ettiğinden onunla birlikte olduğunu söylemiştir.  Evliliğini ondan saklamış olmasına tepki gösteren kıza, celallenerek onu üzerinden fırlatıp atarak çıkmıştır. Dışarıda dolaşırken  kaçırılan Celal esir alınmış olduğundan bir mağarada sekiz  gerilla tarafından saklanmaktadır.  Bir uçurumun kenarında muhkem bir yer olan mağarada ondan gerillalar nefret etseler ve konuşmak istemeseler de bir kez boğazına sarılan   ve kendisini abisi Ömer’i aramaya adayan Ferhat dışında hiç biri onu   öldürmeye kalkışmaz.

Gerillaların başında Mahsun vardır. Ferhat diğerlerinden yaşça büyük olup oralı olduğundan bölgeyi iyi tanıyan ve arkadaşlarını seven biridir. Saz çalan güzel sesle türkü söyleyen Ferha yanında taşıdığı deftere tiksindiği Celal’e nefretle bakıp bir şeyler yazmaktadır. Ekipte bulunan iki kızdan biri olan Şevin’i sever, ancak uğruna savaştığı o büyük gün gelince onunla birlikte olacağını düşler.

Helikopterler gelince kendisini kurtarmaya geldiklerini düşünen Celal’in mağarandan çıkmak için fırlaması üzerine alnının ortasına dipçiğini indiren  Alaattin, gözü pek bir savaşçıdır. İlk günlerde  kime ve neden olduğu bilinmeyen sunturlu küfürler eden Alaattin, sıfır numara saçları yüzünden başındaki irili ufaklı  kırıklarla çukurlar,  suratındaki yara bereyle ürkütücü biridir. Diğer insanlarla iletişimi kısıtlıdır. Ama çatışmalarda öne geçip kurşunlara doğru yürür, yorulmadan saatlerce çarpışabilir ve çatışma sonunda ölüleri tek tek kontrol edip defterine sayılarını yazar. Korkusuz olması diğer gerillalara güven verse de diğerleri hayatta kalmak çabası içindeyken onun için öldürmek  bir haz kaynağı olmaktadır.

          Celal mağarada kendisini kurtaracak askerlerini bekler, kabuslar görmektedir. Askerlerinin kurtaracağını düşünerek mağarayı gerillaların başına yıkmasını isterken ölmenin yenilgi olduğunu ne olursa olsun yaşaması gerektiğini düşünür. Bir gün onu havalandırmaya, romana adını veren Bırîndar gelir. Sessiz sakin  kitap okuyan biridir ve Celal onun batıdan geldiğini duyunca davudi sesli bu adamın kendisine zarar vermeyeceğini ve onu koruyacağına kendini inandırır.

          Mahsun, Ferhat’ın esiri sınır kampına götürmesini ister. Bu tehlikeli bir yolculuktur zira yol uzun ve meşakkatlidir, pusuya düşürülmek, vahşi hayvan saldırılarıyla karşılaşmak  gibi tehlikeler vardır. İlk gönüllü Bırîndar’dır. Alaattin yine ortalarda görülmezse de Ferhat onunla gitmek isteyince herkes memnun olur. Mahsun, Şevin’in de  gitmesini isteyince de Şevin arkadaşı  Mizgin’in de gelmesini  ister. Ferhat  Alaattin’i bularak ona yöredeki iki yaşlı kadına ait söylencelerle dolu öyküleri; kendi köyündeki amcasının koruduğu iki kız olarak anlatır. Kimseye kulak vermeyen Alaattin öyküleri can kulağıyla dinleyecektir. Bazen tepenin zirvesine tırmanarak avazı çıktığı kadar bağırarak kendini var etmeye çalıştığından, Ferhat onun bağırışında acı, yalnızlık olduğunu hissederek geçmişi olmayan biri olduğunu düşünmektedir. Ona esiri sınır karakoluna götüren kafilede olduğunu bildirir.

          Esir ve beş gerilladan oluşan kafile  ertesi gün yola koyulur. Çevreyi iyi tanıyan Ferhat en öndedir. Celal’in önünde mağarada hep birlikte olmasına rağmen yüzünü görmediği Şivan ve arkasında Alaattin vardır. Mizgîn en sondadır. Kafilede Bırîndar’ın yer almasına çok sevinen Celal, Ferhat’ın bağlamasını yanında taşımasına şaşırır. Sınır karakoluna yaklaşınca geceleri yürürler  ve gözlerini kapatmamaları da onun ölüm korkusunu artırır. Aslında ellerinin bağlı olmasının dışında gerillalarla yürüyüşe çıkmış gibidir. Onlar gibi giyinir, onların yiyeceklerini paylaşır ve onlar gibi tabiatın karşısında çaresiz kalmaktadır. Kaçma denemeleri de boşa çıkar. Romanda olaylar birtakım hatırlamalarla geçer. Ferhat saz çalıp türkü söylediği bir gün sert bakışlarını Celal’e diktiğinde, Celal onu  kabuslarında gördüğü kişiye benzetir. Ferhat’ın kendisini esir alan kişi olduğunu ve mazisinde onu buralara sürükleyen yükten kurtulmak için  öldüreceğini düşünür.

Roman zaman zaman hatırlamalarla da sürer. Olayları başlatan bir istihbarat görevlisi, bürokrat ya da önemli bir sivildir.akalı saçları kirden yapış yapış, elbisesi üstünde eğreti durduğundan sivilliği şüpheli biridir. Ona bölüğünü  alıp Weşmerg’e giderek, oranın ileri gelenlerinden Kutbettin’in oğlu  Doktor Atik’i ne pahasına olursa olsun getirmesini isterken tenzili rütbeye uğramış Celal’e yazılı emir vermeyecektir. Astına ertesi günü yola çıkacaklarını söyler ve pencereden askerlerin top  oynadıklarını görünce çocukluğunu anımsar.

Üçüncü ligden bir antrenör onu transfer etmek istemiştir. Utangaçlığıyla dalga geçilen Celal, futbol oynarken bambaşka biri olmaktadır. İnsanların hayatının bir oyun gibi kurgulanırsa mutlu olabileceklerini fark eder. Ancak tüm çocukların hayali olan futbolcu olmasını babası engelleyecek, üstelik attığı tokadı hayatı boyunca unutamayacaktır. Babası daha  sonra onun saçlarını okşayarak yaşı kemale erdiğinde kendisini anlayacağını söyler. Babasının baba olmayı bilmediğini ama asker olarak  devleti için yapamayacağının olmadığını iyi bilir. Orta sonda askeri okul sınavını birincilikle kazanınca çok sevinerek gözünün arkada kalmayacağını belirten adam oğlunu, annesinin göz yaşları arasında askeri okula sokar. Önceleri alışamasa evini ve kardeşini özlese de sonunda kızların hayranlıkla baktığı jöleli saçları ve jilet gibi üniformasıyla kendine güveni yüksek biridir. Askerliğin eğlenceli olduğunu da göreve başladığında öğrenir. Silahın toptan daha fazla haz veren ve hünerli bir vasıta olduğunu görür.

Weşmerg’e giden yol zorlu ve dolambaçlıdır. Mola yerinde çeşmeden su içmek için eğildiğinde ölü bir güvercinle karşılaşır. Dikkat edince başka ölü güvercinlere de rastlar, onları takip ederek bölüğünden epey uzaklaşır. Perişan içinde kimsenin barınamayacağı bir ev görür. Evin içi ölü güvercinlerle doludur. Yaşlı bir kadın vardır ancak yörede konuşulmayan bir dille konuştuğundan anlaşamazlar. Çıkarken yüzü koyun yatan bir yaşlı kadın daha görür ve konuştuğu kadına birebir benzemesine şaşırır. Kapıyı çarpıp çıkar ve kadının Türkçe "Kuzular bebektir kesilmez" dediğini yedi kez işitir ki bu da romandaki iki yaşlı kadın ve  olaylara şahit olacak kuş romanın layt motifidir.” Kuzular bebektir kesilmez” sözcüğünü Celal’den başkası duymaz. Bu sözler onun bastıramadığı vicdanının sesidir.

Üstleri Masala karakoluna saldırıldığından Atik’in sorgulanmasını isterler. Weşmerg dağların arasında her tarafından sular fışkıran ağaçların sıklığından evlerin pek görülmediği  güzel bir yerdir. Cami okul ve iki kahvenin çevrelediği bir meydanı vardır. Öğle vakti köye vardıklarında ortalık sessizdir. Meydanda Atik’i köylülerle konuşurken bulan Celal Sağlık ocağında bayrağın neden asılmadığını sorunca rüzgardan yırtıldığını söyleyen adamın alaycı tavrı kızdırarak her yerin didik didik aranmasını isteyecektir. Atik kelepçelemesini istemediğinden kaçmaya çalışır. Silahını ona doğrultunca bir genç abisinin  neden alındığını  sorunca onu da alır ve kasabaya giderken yolda rastladıkları arkadaşı Ömer’i de yakalayıp karakola götürerek sorgular ve  dayaktan geçirerek orada bırakırlae. Ancak  akşam olayları başlatan adamdan  ertesi gün yine Weşmerg’e gitmesi gerektiğini öğrenir. Meydanda köy halkını toplar. “Bu işin üstesinden geleceksin” diyen Tanrının  sözünü duyan Celal gözdağı vermek için çeşitli işkencelerden geçirdiği Atik’i arkasından vurarak kaçarken vuruldu raporunu yazacaktır. Buradaki olaylara şahit olan garip kuş da bir layt motiftir. Mağaradan ilk havalandırmaya çıktığında görünce öldürmek için saldırdığı kuştur. Ve Celal’in bir türlü hatırlayamadığı Ömer’e ne olduğu konusu talihin garip bir cilvesi olarak abisi Ömer’i arayan Ferhat’la karşısına çıkacaktır. Komutanının ve tanrının emirlerini yerine getirdiğini düşünse de yolun sonunda çocukluğundaki top oynadığı zamanlar aklına düşer ve  sürekli işittiği “Kuzular bebektir kesilmez” sözleri hayatını alt üst edecektir.

Ferhat’ın   abisi Ömer Faruk  tıp fakültesindeyken ortadan kaybolmuştur. Ferhat üniversiteye gidince tıp fakültesine giderek Ömer’in izini sürmektedir. Bir Gün Ömer’in sevgilisi Hazal onunla karşılaşınca  sevgilisine çok benzediğinden  onun Ömer’in kardeşi olduğunu anlayacaktır. Beraberce eylemlere katılırlar ancak Hazal  bir gösteride yakalanır. Ferhat’ın liseden arkadaşı Şenol dağa çıktığından onun sevgilisiyle sınırı geçerek dağa çıkacakları merkezde vedalaşırlar. Ferhat devrim yolunda bir savaşçı olarak içindeki tüm küçük burjuva ve feodal ilişkilerden kurtulduğunu düşünür. Yoldaşlarıyla birlikte o büyük günü görmeden ölmek istemez.  Feodal ilişkilerin baskın olduğu örgütte kızlar edilgendir. Şevin sessiz sakin çocuk gibiyken şehirdeki Hazal eylemlerde kendini öne atan bir devrimcidir. Ancak feodal ilişkilerin baskın olarak yaşandığı örgütteki kızlardan Şevin’e aşık olmuştur. Şevin ona aşık değildir, ama Ferhat onun kendisine aşık olduğunu dava sonunda onunla olacaklarını hayal etse de onun başkasına aşık olduğunu Mizgîn’le konuştuğunda haberdar olacaktır. Onu abisi Ömer’in sevgilisi Hazal’a benzetmesi aşkının kurumuş yapraklar misali dökülmesini çağrıştıracaktır.

Celal yol uzadığında onu neden öldürmediklerini sorsa da yanıt alamaz. Onlardan istediği  bir defteri önceleri  itiraz etseler de vermeyi kabul ederler. Ancak kalem vermezler. Yazacağı zaman defteri veren Birîndar’dan alacaktır. Altı  gün sadece gündüzleri yol almışlardır. Görülme tehlikesi yüzünden artık geceleri yol alacaklardır ve Celal’in gözlerini de bağlarlar. On saat yürüdüklerinden çok yorulduğunda yaralı yüz koluna girer. Defter istedikten sonra Alaattin’in daha insanca davrandığını hisseder. Bırîndar’a Ömer’i anlattığında sen  Ömer’i nerden biliyorsun dediğinde olanları anlatır ancak Atik’e yaptıkları yüzünden onun da  yüzüne nefretle baktığını görür. Ama Ömer konusunda yanıldığını söyler, onun geçmişindeki Ömer daha yaşlıymış zira Weşmerg’teki olaylar esnasında  Ömer Faruk altı-yedi yaşında bir çocukmuş. Fakat Celal Bırîndar’ın bunları kendisini rahatlatmak için anlattığını düşünür.

Mola için durdukları yer bir mağaradır. Ferhat, Bırîndar’ı nöbete gönderirken yolun sonuna geldiklerini söyler. Yolda hepsi perişan olduklarından hepsi sevinir. Çantalarından yiyeceklerini çıkarırken helikopter sesiyle irkilirler. Kısa bir zamanda çok sayıda helikopterle üstlerine gelirler. Mağara küçük olduğundan korunaklı değildir. Önce Alaattin silahıyla çıkar ve paramparça olur.  Şevin  ve Mizgîn de silahlarına sarılarak çarpışarak öldürülürler.

Ferhat dört helikopterin geldiğini görünce Celal’in önemli olduğunu zannederek silahını ona doğrultur. Celal önce onların kendisini kurtarmaya geldiğini düşünerek şu an seni kurtaracak kişi benim demek istese de sözün bittiği yerde olduğundan susar. Kurşun Celal’in başının üstünden geçince Ferhat Celal’i bırakarak silahını kendisine kurşun atanlara  yöneltir. Celal onlardan biri olduğunu fark eder. Ölen gençlerle birlikte yola çıkmış onların azığını  ve suyunu paylaşmıştır. Kendisini kurtaracak zannettiği kişilerin umurunda değildir.

Bırîndar mağarada olmadığından kurtulmuştur. Ancak  yaralıdır, çünkü on ikisinde annesini kaybettiğinde sözsüz anılarını kaybetmiştir. Daha üç yaşındayken kaybettiği babasıysa kendisine üç sayfalık bir mektup bırakmış, onu binlerce kez okumuş, beni Nazlı’ya sor dediği Nazlı’yı aramaya başladığında onu insanların hatırlamadığını görmüştür. Birinden   dağa çıktığını öğrenerek yetim ve öksüz olmanın getirdiği yaralarına bir de Nazlı’nı yarasını eklemiştir. Alaattin’le babasının mektubunu paylaştığından kardeş olan Bırîndar, onun yüzüne baktığında kendini görür. Ferhat’la Celal yan yana yatarken birbirlerine benzemişlerdir. Kayıtlara Celal de gerillalardan biri olarak geçecektir. Defterleri toplayan Bırîndar, kaybettiği yoldaşlarının yaralarının  da tıpkı ona Bırîndar adını vererek yaralarını artıran dayısı gibi çoğaltacağını hisseder.

Bırîndar, iki yüz sayfalık, ideal boyutta yazılmış bir romandır. Kahramanların ve anti kahramanın anılarıyla geri dönüş yapıp onların yaşamındaki önemli olayları ve onları yaralayan psikolojik durumları aktarırken romanın sürükleyiciliğini artırır. Yazar,“Ben, romanın fazlalıkları kaldırabildiği ya da gereksiz ayrıntıları barındırabileceği gibi görüşlere inanmıyorum. Roman da bir öykü, hatta bir şiir titizliğiyle yazılmalı çünkü. Fazladan yazılmış her cümlenin, metni zayıflatacağını bilerek hareket etmeye çalışıyorum” demektedir.

Seksenlerden itibaren hızla bir tüketim toplumuna dönüşünce, kitaplar da pazarda alınıp satılan mallardan farklı görülmemiştir. Maalesef bazı yazarlarda bu duruma ayak uydurmuşlardır Ataşçı’nın dediği gibi yapıtlar “neredeyse toplumun konuştuğu toplam kelime sayısıyla yazılıyor…kısırlığın bir diğer nedeni, belki de en önemlisi, dilin kendisi… “ olduğundan daha mekanik bir dille yazılan metinlerle karşılaşılmaktadır. Ataşçı’nın metinlerinde kullanılan dil zengin kelime hazinesine sahiptir ve uslûp akıcıdır. 

Bırîndar, Abdullah Ataşçı’nın çağına tanıklık eden romanlarından biridir. Yazar romanı yazarken çeşitli  araştırmalar yapmıştır. İnsan yaşamının sınırlı olduğunu, insanların güçle egemen olmaları yerine sevgi ve kardeşlikle yaralarını sağaltabileceklerini düşünmektedir. Güç peşinde koşarken yaralayanların da yaralanacağını Neruda’dan aldığı “yaralayan, ölene dek yaralanmıştır” önsözü ile mesajıyla iletir.Yazarak üstümüzdeki yükten, kirden, fazlalıklardan kurtulacağımızı düşünen Abdullah Ataşçı, romanda yaşadığımız sistemin felsefesini romanın kahramanları ve anti roman kahramanları aracılığıyla eleştirmektedir.

KAYNAKLAR:

Abdullah Ataşçı, Bırîndar, Everest Ekim,2015
Zeynep Y. Dede, Söyleşi:AbullahAtaşçı,Kül Öykü Gazetesi,Şubat 2008
Semih Gümüş, söyleşi:Semih Gümüş, Abdullah Ataşçı:”Yazmak bana göre hayata feci şekilde benziyor”,http://www.rob389.com/birindar-abdullah-atasci/dp/en/11/9786051419268 1.5.21

 

 

 

 

Sayfa : 6