...
Başlık : YOĞURT MAYASI
Yazar : Ü.Gülsüm Bülbül

    Geniş bir avukatlık bürosu. Girişte, dosya dolaplarının, vestiyerin bulunduğu kısımda gösterişli bir masam var. Adım Leyla. Mecnun’suz. Yönetici asistanıyım.  Telefonları yanıtlar, gelen müvekkilleri karşılar, ön bilgileri veririm. Dört odası var büronun. İlk odada boşanma davalarına bakan Fatma Hanım çalışır. Odanın koltukları kırmızı. Sert bir konudur boşanma insan yaşamında. Yoksa sert olan Fatma Hanım mı? Gariban kadınların davalarını alır genellikle. O odaya giren her kadın ağlar mutlaka. Sehpanın üstünde her zaman peçete. Gözyaşı arkadaşı. Fırtına gibi girer büroya atar cüppesini koltuğa. ‘Semiha çay…’diye seslenir. Hemen, ‘yok yok acı kahve olsun’ dediğinde anlarım durumu. ‘Semiha acele et Fatma hanım ateş topu, attırmışlar kafatasını kadının “acil kahvesi” hazır mı?’  Hızlanır Semiha. Çekiniriz hepimiz ondan. Burası ortakların olduğu bir şirketse de Fatma hanımın sözü geçer. Öğleden sonra büro kalabalık olur, adliyeden gelmiştir avukatlar, önlerinde dosyalar, gelen- giden, telefonlar, bitmeyen istekler. Canımız çıkar Semiha’yla..
     Adil beye genellikle miras, alacak- verecek, tazminat davaları gelir, uzun süren, çetrefilli, bazen çatışmalı, tekme-tokat, kafa- kol birbirine girişen davalı ve davacılar.
Yıldız hanım, sanki avukat değil de artisttir mübarek. En çekici giysiler, renk renk giysisine uygun yüksek topuk ayakkabılar, çantalar, takılar ondadır. Üstten bakar herkese, yaşını göstermez ama biz biliriz kırklarında olduğunu. Sosyeteden hanımlar ve beyler gelir ona danışmaya. Konu davalık olsa da içimiz açılır onun konukları geldiğinde. Şenliklidir bizim burası.  Sabahları pek uğramazlar, direkt adliyeye giderler. Duruşması, savunması, delili, hâkimi, savcısı, dilekçesi buraya gelmeleri öğleyi geçer.    

     Biz sabahları erken gelir, çay simit-poğaça kahvaltımızı yaparız Semiha’yla. O öğle yemeğini hazırlamaya girişir. Fatma hanım aylık yemek listesi hazırlar, bana verir. ‘Öğle yemeğine gelemeyecek olan bir gün önce haber versin, israf yapmayalım’ der ama hiç belli olmaz kimin gelip gelmeyeceği. Semiha ortalama beş kişilik yemek hazırlar. Telefonun sesi çıkmaz, kapı zili çalmazsa sohbet ederiz Semiha’yla. Yemek artarsa eve götürür kalanları.

     Semiha’nın da avukatıydı Fatma hanım. İşsiz güçsüz, alkolik kocası ve dırdırcı kaynanasının iki göz evinde, üç erkek çocuk büyütmek için didinen Semiha, Fatma hanımın yardımıyla boşandı. Büroya ilk geldiği günden beri sessiz, sakin ve çalışkanlığıyla kendisini hepimize sevdirdi. Çok konuşmaz, dedikodu yapmaz, dürüsttür. Bu işe sağlam sarılır, başka tutunacak dalı yok onun. İşe başladığı gün sigortasını başlatmak için nüfus kağıdını aldığımda anladım kimsesiz olduğunu. Ana adı Havva, baba adı Adem. Buluntu çocukların nüfus kağıdına yazılır bu isimler. Geçelim bu konuyu. Derin.    

     Bizim büro aile gibidir. Geçenlerde Fatma hanım oğlunun bisikletini getirdi. Koymuş arabanın arkasına Semiha’yla indirirlerken gördüm. Kendisi binecekmiş gibi sevinçler uçuşuyordu etek uçlarında. Okul çıkışı geldi büyük oğlan, mavi bisikleti görünce düşecekti gözleri pedallara. Kendisinin olacağını öğrenince de mutfakta dönmeye başladı. Öyle sessiz, öyle yüksek ses çıkarıyordu ki duymayan deli sesi sanırdı. ‘Haydi eve bununla git,’ deyince Semiha, uçtu sanki gökyüzüne. Evleri yakın büroya. Bir apartmanın bodrum katında yaşıyorlar. Hepimiz elimizden geldiği kadar onların yaşamını kolaylaştırmaya çalışırız. Semiha da hepimizin gönlünü yapar. Güveniriz ona, dürüsttür, temizdir, sade ve samimi. Asgari ücret, belediye yardımı, tanıdıklar ve davayı kazanan müvekkillerin bağışlarıyla çocuklarını sarıp sarmalar. Ne iş söylense yapar, temizler, ovalar, siler. Sabunlar, deterjanlar, temizlik bezleridir arkadaşları.

Yorulunca günde bir fincan kahve hakkı vardır. Çay üç defa demlenir günde, özel konuklara meşrubat veya neskafe. Mutfağı Fatma hanımın gözetiminde yürütür Semiha. Pazartesi sabahları en yakın marketten haftalık alış-veriş yapar. Arada Adil beyin özel siparişleri, Yıldız hanımın kargo ve bitmeyen ufak angaryaları da onun omuzundadır.  Markete gidince evinin eksiklerini de alır, farklı bir poşetle ve içinde kasa fişi ile ağzı bağlı mutfağın bir köşesinde durur, iş çıkışı götürür evine. İki yılı geçti herhalde burada çalışmaya başlayalı. Ara sıra çocukları hastalanınca veya veli toplantısı için okula gidince izin alır. Hiç yıllık izin kullanmadı. İzin parası ile bir eksiğini kapatır, maaşı hiçbir zaman yetmediği için kredi kartı borcunu hep en asgari ödeme tutarından yapar ve faiz artar, hiç sıfırlanmaz. Semiha da bunu bulduğuna şükreder.

          O gün de sıradan bir gündü. Fatma hanım genç, yakışıklı bir delikanlı ile girdi büroya. ‘Günaydın hanımlar, bu delikanlı yeni stajyerimiz Yağız. Hollanda’dan yeni döndü. Orada yüksek lisans yapıyor. Bir süre bizimle birlikte çalışacak. Kot pantolon, resimli tişört, marka spor ayakkabılar, adliyeye değil de spor salonuna yakışır bir hali var. Atletik yapı, baş dik, küçük dağları ben yarattım hali. Fatma hanımın odasına birlikte girdiler. Ona bilgileri dökmeye başladı Fatma hanım.  Bizim için değişiklik, benim işim artar şüphesiz, çömezlere bir şey öğretmek zor oluyor. Okulda her şeyi öğrendik sanırlar, dilekçe bile yazamazlar. Öğrendikleri ezberledikleri kanunlardır. Bir de Avrupa görmüş ya havasından yanına yaklaşılmaz. Fatma hanımın oğlunun arkadaşı olsa gerek. Arada Oğuz’un da adı geçti sanırım, kapı aralıktı duydum. Haydi hayırlısı diyelim, gençlik aşısı olsun bize Yağız. Yoksa Yağız bey mi demeli?

Adil bey sabah geldi büroya, canı biraz sıkkın görünüyordu. Fatma hanımdan Yağız’dan haberi yoktu herhalde. Odasında dolanarak telefon görüşmesi yapmaya başladı, ayrıldığı eşi ile tartışıyorlardı. Ev kirası, nafaka, borç gibi sözcükler duyuluyordu. Telefon kapandı. ‘Semiha acı bir kahve’ diye seslendi. ‘Kahve kalmamış hemen gidip alayım Adil bey,’ dedi Semiha.  Adil bey mutfağa doğru yürüdü, ağzına ne gelirse Semiha’ya söylemeye başladı. Dikkatsizliği, tembelliği, dağınıklığı, pisliği saydı döktü. Semiha’nın gıkı çıkmadı, eğdi başını önüne, çöktü mutfak masasının yanındaki sandalyeye. Çok şaşırdım. Adil beyi hiç böyle görmemiştim. Karısına kızdı acısını Semiha’dan çıkarıyor diye düşündüm. Fatma hanım ve Yağız  Adil beyin odasına geçtiler, tanışma faslı, çay- kahve derken Adil bey sakinleşti. Gelen bir telefonla karakola gideceğini söyleyerek ayrıldı bürodan. Fatma hanım da Yağız’la beraber Adliyeye geçtiler. Ben dosyalara, Semiha da mutfağa gömüldük. Öğleden sonra Yıldız hanım ve Yağız birlikte döndüler büroya. Çok da samimilerdi. Ne çabuk tanıştılar, kaynaştılar anlayamadım. Genç ve yakışıklı, geleceği parlak gördü herhalde Yıldız hanım. Attı kancayı. Ben onu Adil beye yakıştırıyordum. Of, bana ne ya.

     Yağız bizimle çalışmaya başlayınca bizim büronun trafiği karıştı. Arkadaşları ile toplanmaları başladı. Çay- kahve, yemek giderleri arttı. Fatma hanım onu hoşnut etmek için olsa gerek pek sesini çıkarmadı. Arada Oğuz da gelmeye başladı. Yıldız hanımın da onlara katıldığı günler oluyordu. Adil bey durumu neden kabullendi bilmiyorum ama gençler gece de büroda müzik yapmaya başladılar. Sabah Semiha geldiğinde, ortalık dağınık, kirli bardak - tabaklar, kuruyemiş ve meyve artıkları, sipariş verilmiş yemeklerin kutularıyla dolu çöp kutusu. Yüzü asılsa da hiçbir şeye itiraz etmeden işleri yetiştirmeye çalışıyordu.

Fatma hanım haftalık mutfak giderini artırdı, Semiha’nın taşıdığı poşetler arttı. Yağız icra takibi, dosya hazırlama, küçük işleri angarya olarak görmeye başladı. Büronun havası bozuldu. Adil beyle Fatma hanım Yağız yüzünden tartışmaya başladılar. Sakin, sessiz, düzenli işyerimiz, sanki kafe halini almıştı. Semiha’ya yemek ve tatlı istekleri de arttı. Yağız bunlar için ayrıca Semiha’ya para veriyordu.

Semiha daha çok markete gider oldu. İşleri yetiştirmek için biz gittikten sonra da büroda kalıyordu. Çok yorulduğunu, yetişemediğini söylese de ona pek aldıran olmadı. Yağız onu memnun etmeye çalışıyor, çocuklarına küçük hediyeler alıyor, istediğini de yaptırıyordu.

     Bir akşam işler biraz uzun sürdü, Fatma hanımın ertesi gün önemli bir davası vardı. ‘Dosyayı tamamlamadan kimse çıkmasın’ dedi. Yağız dosyaları karıştırıyor, aradığını bulamıyor. Fatma hanım karşı tarafın avukatı ile telefonda kavga ediyor. Evde annemin iğne saati geldi, ben söyleyemiyorum canım sıkılıyor. Semiha’nın küçük oğlu kapıyı çaldı. Annesini merak etmişler, karınları acıkmış. Fatma hanım ’sen çık Semiha’ dedi. Oğlan annesinin yanına mutfağa koştu. ‘Anne bana çikolata aldın mı?’ dedi.  O sırada bir şangırtı koptu. Bulaşık sepetinden bardaklar düşmüş, Semiha tutayım derken elindeki poşetin sapı kopmuş, saklama kabının kapağı açılmış. Mutfak yoğurt gölü olmuş, üç çikolata ve yüzen kuruyemişler. Oğlan ağlıyor, Semiha kıpkırmızı. Fatma hanım elini kapının pervazına dayamış gözleri Semiha’yı deliyor.
‘Bunlar ne Semiha?’   
‘Evde yoktu, yoğurt mayası, Fatma hanım.’
‘Evde başka neler yok Semiha?
Buraları ve eşyalarını topla, bir daha gelme.

     Ertesi gün haber geldi. Semiha’nın küçük oğlu okuldan geldikten sonra mavi bisikletle dolaşırken bir araba çarpmış. Oracıkta uçuvermiş gökyüzüne oğlancık, hastaneye bile yetiştirememişler. Hepimiz evine koştuk. Konu komşu üç, beş kadın Semiha bir ayağı kırık kanepede kendinden geçmiş yatıyor, gözleri görünmüyor. ‘Semiha ben geldim, Leyla.’ Ses yok.  Oturuyorum, nasıl teselli edilir bilmiyorum. Elini tutuyorum. Buz gibi.  ‘Yandım, su.’ diyor.

Mutfağa koşuyorum. Buzdolabını açıyorum. Yoğurda bulanmış üç çikolata. Boş, bomboş.

Arkamda Fatma hanım. ’Keşke.’

Önümde Semiha. ’Keşke’

                                                                                    1 Mayıs 2022

                                                                              

Sayfa : 13