...
Başlık : SIRA DIŞI BİR YAZINEĞİTMENİ VE KURAMCI: AYDIN ŞİMŞEK
Yazar : HÜLYA SOYŞEKERCİ

Yıllar önce, edebiyat öğrenimi gören ve edebiyatta yeni eğilimlere yoğun ilgi duyan, meraklı bir üniversite öğrencisiydim. Mart 1983’te Yazko Edebiyat dergisinde ilk eleştirel metnim yayımlanmıştı; ancak, hayatın getirdikleri ve mesleki çalışmalarımın yoğunluğu, beni yazmaktan epeyce uzaklara savurdu yıllar içinde.
Ne zaman ki, Eylül 2002’de değerli edebiyatçı Aydın Şimşek’in Ankara’dan yönetimiyle, arkadaşlarım Dilek Yazar, Selda Yüksel, Vicdan Efe, Murat Güneş, Raşel Rakella Asal, Özlem Sözbilir ve Handan Gökçek’le, İzmir’de Yakın Kitabevi’nde bir araya gelip bir edebiyat grubu oluşturduk; ondan sonra yeniden yazmaya, üretmeye başladım. Aydın Şimşek,  önerdiği pek çok kuramsal kitapla yüz yüze getirdi bizi. Bol bol okuduk, tartıştık; iyi edebiyatın, nitelikli öykünün ne olduğuna dair uzun uzun düşündük, konuştuk, edebiyatta deneyselliğin nasıl olması gerektiği üzerinde durduk kendi aramızda. Öyküler, deneysel metinler ve kitap eleştirileri yazdık. Yazılanları önce kendi aramızda değerlendirdik; sonra Aydın Şimşek değerlendirdi; hataları göstererek edebiyatta daha iyiye ve daha güzele yol almamızı sağladı. Yazdıklarımıza, o yıllarda Ankara’da çıkardığı Kum dergisinde yer verdi.
Yazılarımı yeniden basılı ortamda görmek bana heyecan ve şevk vermişti. Böylece, uzun yıllar sonra yeniden yazmaya başlamış; yazı dünyasına dönmüştüm. Yazıya tekrar merhaba demem, Aydın Şimşek’in yönetiminde oluşturduğumuz o yazın grubunda gerçekleşti böylece. Sözünü ettiğim grup çalışması ve kuramsal okumalar olmasaydı belki hiç dönmeyecektim yazmaya ve kendimi yazıyla ifade etmeye. Ayrıca, yıllar boyunca ihmal ettiğim Italo Calvino, Eduardo Galeano, Gabriel Garcia Marquez, Julio Cortazar, Umberto Eco, Susan Sontag gibi yazarların hem kurmaca hem de kuramsal metinleriyle karşılaşmak, şaşırtıcı ve büyülü bir dünya sunmuştu bana.
Aydın Şimşek 2008’de ilk kitabım Yazarlar ve Yapıtlara Yönelik Okumalar’ın yayıncısı olarak da yer alacaktı yazın hayatımda. Yıllar geçtikçe güçlenen dostluğumuz içinde, yayımladığı Deliler Teknesi ve Öykü Teknesi adlı dergilerde yazmayı sürdürdüm; ayrıca Ayfer Öneysan Çocuk Edebiyatı Ödülü’nde birkaç kez jüri üyesi olarak yer aldım. İzmir’de 2010’da kurduğu Kanguru Kültür Sanat Merkezi’ndeki söyleşi ve atölye çalışmalarında fırsat buldukça yer aldım. Edebiyat dostum ve hocam Aydın Şimşek, beni yazmaya yeniden yönlendiren kişi olarak, yüreğimde her zaman farklı ve değerli bir yerde duracaktır. 
Eleştiri güncemde Aydın Şimşek

Beni öncelikle eleştiri güncesi yazmaya yönlendirmişti Aydın Şimşek. Güncelerin tanıklıklar olduğunu; yaşanan dönemin yazınsallığını günceler üzerinden okumanın ne denli önemli olduğunu vurgulamıştı. Edebiyatın belleğini oluşturuyordu günceler; bu bilinci ve farkındalığı kazanmak çok önemliydi.  İlk kitabıma aldığım bir yazın güncemi burada da paylaşmak istiyorum:

                                                                 5 Haziran 2004

 Otobüsten inip Ankara caddelerini adımlamaya başlıyorum. Sabahın tülü ardında Ankara, sanki bir gizemi barındırıyor yüreğinde. Bu gizemin içinde kayboluyor gibi oluyorum bir süre. Öğleye doğru, İmge Kitabevi’nin bahçesinde, Aydın Şimşek ve öteki arkadaşlarla buluşuyoruz. Ankara Öykü Günleri etkinliklerini birlikte izliyoruz. Selma Ceylan, Halil Gökhan, Jale Sancak, Müge İplikçi, İlknur Özdemir, Ömer Lekesiz, Jaklin Çelik ve Feyza Hepçilingirler sırasıyla öykülerini okuyorlar ve öyküleriyle ilgili soruları yanıtlıyorlar. Yoğun bir sanat ve yazın yaşantısının duyumsandığı bu ortamda zamanın akıp gidişinin ayırdına varamıyorum. Ne iyi oldu… Bir yerlere yetişme kaygısı olmadan, zamanla savaşmadan geçen dolu dolu saatler… İşte yaşam bu. Yazınsal güzelliğin, yaşamımızdaki anlamsız hızı etkili bir biçimde kesmesi, bu yoğun anlamı oluşturuyor.               Gün, öykülerle geçti. Akşamüstüne doğru, Kum Dergisi’nin yaratıcı yazarlık atölyesine katıldım. Aydın Şimşek düşünsel-estetik söylemiyle önemli bir ders sundu bugün atölyede.  Konu ‘durum öyküsü’ydü.
              Önce kısa öykü yazarken dikkate alınacak noktaları anımsattı Aydın Şimşek. Öykücünün geveze olmaması gerektiğini belirtti; amaçsız metin parçalarının ve gereksiz yazılmış tek bir tümcenin bile anlatımı aksatacağı üzerinde durdu. Bir öykücünün gerçekleri sıradanlaştırıp gerçeküstü hale getirmemesi gerektiğini belirterek, öykünün evrensel çağrışımlarla buluşmasının çok önemli olduğunu vurguladı.               Aydın Şimşek bu derste hızın ideolojisine geniş yer ayırdı. Derste aldığım notların önemli işlevleri olabileceğini düşündüğüm için, bu notları defterimde yeniden düzenledim:
“Hızın ideolojisi, tüketimi, vitrini, vitrine çıkma istencini algılatıyor. Hız, hayatı bölüp parçalara ayırıyor ve bize parçalanmışlıklarımızı yaşatıyor. Hızın ideolojisine, karşıt bir hız yaratmak gerekir. Bu da yavaşlatmakla, düşünme algısını hız algısının önüne geçirmekle mümkündür. Türkiye öykücülüğü haz’a daha büyük bir önem veriyor. Son zamanlarda, hız ideolojisinden kaynaklanan öyküler hayatı parçalıyor, hayatın büyük alanı,  öykünün dışında kalmış oluyor. Hızın ideolojisi, küreselleşme kültürünün bir parçasıdır. Küreselleşme kültürünün diğer parçası da pop ideolojisidir. Bu ideolojiler, dünyayı ikiye bölmüştür; seyredenler ve seyredilenler... büyük çoğunluk ve küçük azınlık... Gerçek sanatçıya ve yazara düşen, yaşamı yavaşlatmaktır. Bir öykücü, ‘büyük panorama’yı görmek; yaşanan kaosu tanımlamak zorundadır. İçsellik, kırılma noktamızdır. Bu çelişkiler dünyasında içsellik, yalnızca kendimizi anlatmak üzerine kurulmamalıdır. Kırılma noktalarımız, bize hızın verdiği zayıflıktır. İnsan, ilişkiler içinde kendini keşfedebilir; tek başına keşfedemez. İlişkisiz bilgi yoktur; kendini keşfetmek de damıtılmış, idealize edilmiş bir şey değildir. Kısa öykü, bir an’ı anlatır. An, bir zaman dilimidir, bir geçmişi vardır; hiçbir an yeni değildir. Genlerde, dilde, coğrafyada, doğada var olan geçmiş, an’da kendini gösterir. Toplumsal aura’nın izleri yaşadığımız anda yer alır. An, geleceği de barındırır. Bir öykücü, şimdi’nin öyküsünü yazarken zamana ait yazar. Yazmak, dışarıda bizi düşündürmeden yaşatan hıza karşı, düşündürecek bir hız yaratmaktır. Karşıt zaman üretmemiz lazımdır. Bu karşıt zaman, öyküiçinde duyumsatılmalıdır.”
              Aydın Şimşek, Mine Hoşcan Bilge’nin bir metninden örnekler vererek konuyu daha somut hale getirdi:
“Düşünü yokladı. Hâlâ uyuyordu. Ama saat ısrarla çalıyordu.” (Dışarıdaki hıza davet eden bir anlatım)“Düşünü yokladı. Hâlâ uyuyordu.  Ama saat...”(Hızı yumuşattı, onu azaltmış oldu.)
Yazmak eyleminin, hızın ideolojisine bir karşı-duruş sergilemek olduğunu kavramış oldum. Gerçekten dolu dolu geçti bu ders... Ara verildiğinde arkadaşlarla vedalaştım ve Ankara’nın o güzel, ağaçlı yollarını adımlamaya başladım yine. Yeni bir yolculuk için... Yeni bir bilinçle...

Aydın Şimşek, bence iyi bir şairdir öncelikle. Kuramcı kimliği de şair kimliğiyle yan yanadır. Şiir sanatına dair poetik metinlerinin yanı sıra, önemli kuramsal kitaplara da imza atmıştır. Bunlar arasında Sanat ve İktidar başta olmak üzere; Estetik ve Mücadele Estetiği,Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme, Bebek Patikleri (Ele Avuca Sığmayan Bir Tür: Kısa Öykü) başlıklı kuramsal kitapları, yıllardan beri bu alanda düşünen, fikir üreten, yazılar yazan, okuyan ve araştıran pek çok insana ışık olan ufuk açıcı çalışmalardır.
Aydın Şimşek’te gözlemlediğim en önemli özellik; sürekli yeniye, ileriye, farklı, özgün ve deneysel olana koşan; yaratıcı, eleştirel ve sorgulayıcı bir bilinçtir. Yazınsal yenilikleri, farklı, özgün ve deneysel formları, sıra dışı metinleri onun kadar yakından izleyen çok az sayıda edebiyatçı tanıdığımı da belirtmek isterim. O, edebiyatın geleceğini düşünen, o geleceği kuramsallaştırmaya çalışan, “tefekkür ve tahayyül eden” sıra dışı bir edebiyatçı vegüçlü bir fütüristtir. Edebiyatın gelecekte nasıl şekilleneceğine dair kuramsal çalışmalarını, özellikle çağımızdaki hız olgusunun aşılması üzerine temellendiren Aydın Şimşek, edebiyatta her tür yenilikçi çabaya (yeraltı edebiyatı dâhil) açık olması nedeniyle gençlerin yakından izlediği edebiyatçılardan biridir aynı zamanda. Aydın Şimşek, muhalif ve deneysel edebiyatın asıl olarak yeraltı fanzinlerinde şekillendiğini savunur; o nedenle gençler tarafından çıkarılan fanzinler onun en çok ilgilendiği yayınlar arasında yer alır. 
Bununla birlikte, ana akım edebiyatla ilişkisini koparmayan, ana akım edebiyattan da beslenen; ancak her tür biçimsel ve deneysel yaratımlara önyargısızca, duyarlılıkla ve geleceğe dair umut ve inançla bakabilen bir edebiyattır onun edebiyatı. Aydın Şimşek’in edebiyatta yeniliğe ve deneyselliğe yönelik genç çabaları destekleyen tutumu, her zaman için yol açıcı niteliktedir. Bir edebiyat insanından öncelikle beklenen de budur: Yaşanan zamana tanık olmak ve geleceğe dair ışık sunmak…
Aydın Şimşek, incelikli bir muhaliftir. Muhalif tutumunu; alışılagelen söylemler ve dar yazınsal kalıplar içinde ifade etmektense; ince ayrıntılar üzerinden, farklı bir söylemle, soyut ve imgelere yer veren bir yazınsal yaklaşımla dile getirir. Yazarı sınırlayan ve yaratıcılığını engelleyen kalıplaşmış biçim ve söylemin kırılmasıyla yeni ve devrimci bir edebiyatın gerçekleşeceğine inanır. Geleceğe bu denli önem vermesinin yanı sıra geçmiş yazınsal birikime de çok önem veren Aydın Şimşek, öğrencilerine öncelikle bol bol kitap okumayı, insanlığın o müthiş yazınsal ve kültürel birikimini yakından tanımayı önerir; “okumazyazar”lardan olmamalarını öğütler.  Onun, eleştiri oklarını en çok yönelttiği kesim; okumadan yazanlar; “bilgisi olmadan fikir sahibi olanlar”, önyargılılar, yüksek egolular; insanlığın devasa kültürel birikiminin farkındalığını taşımadan kendilerine “yazar” etiketi yapıştıranlardır. Aydın Şimşek’e göre; önce, “yazan kişi” olunmalıdır; çünkü ancak ve ancak yoğun okumalar, uzun deneyimler, büyük emekler sonucunda “yazar kişi” olunabilecektir.
Aydın Şimşek’in kuramsal yapıtlarına genel bir bakış

Aydın Şimşek’in en çok tanınan kuramsal yapıtı Sanat ve İktidar’dır. Bu kitabında sanatı, sanat akımlarını, sanatın başlıca niteliklerini ve toplumsal iktidar odaklarının sanatla kurduğu ilgi ve ilişkileri derin bir bakış açısıyla inceliyor Aydın Şimşek. İlk Söz’de şunları söylüyor:“Evet sanat! Birey olma yetisini algılamış ve bunun pratiğini günlük hayata indirgemiş sanatçı… her siyasi iktidar sadece bazen devrimcidir, çoğu zaman da tutucu ve muhafazakârdır. Bu nedenle sanatsal disiplinlerin önünü açtığı, açmaya çalıştığı, yararlılık alanlarının sadece toplumsal ilişkilere ait olduğunu düşünmek son derece yanlıştır. Sanat aynı zamanda olasılıkları da kendine katıp, olmayan ama olabilecek olanların da peşine düşer. Böylelikle hem toplumsal yaşama duyarlıdır, hem de bireysel hayata yakından ilişkilenir. Bu yüzden de hiçbir iktidar tarzı, sanatı yeterince anlamlandıramaz, algılayamaz, biçimlendiremez.” Teknolojik gelişmeler ve hızın içinde insanlığın giderek belleksizliğe mahkûm edilmesi gerçeğini irdeleyen Aydın Şimşek, tarihsiz kalmış bireyden, tarihi yavaş yavaş silinen topluma uzanan koca bir gövdenin çürümeyi işaret ettiğini belirterek, tarih bilincinin önemini vurguluyor satırlarında. İktidarın sadece “şimdi”ye indirgenmiş değerler yarattığını, dün ile yarın arasındaki sosyal-siyasal bağların kopartılmasını önemsediğini ifade ediyor. Burada, dikkatle altı çizilmesi gereken cümlelerle önemli tespitlerde de bulunuyor Aydın Şimşek: “Sanatın ve sanatçıların bir işlevi de belleği felce uğratan gerici, arabesk, argo, liberal ve politik toplum imgesinin yarattığı dünyayı sorgulamaktır. Özgürlük ve demokratlık, demokrasiyi savunmak, yeni ve yaratıcı olmak, hem biçim hem de içerik açısından geleceğe de iletiler taşıyabilmek, güzelin korunarak geniş bir paylaşım ağının kurulmasını gerçekleştirmektir. Bunun için sanatın yaratıcılık imgesine artık daha sıkı sarılmak gerekmektedir. Özgünlük; yenilik ve yaşamın anlam kazanması için, varoluşun tüm iktidarlarına karşı hâlâ biricik seçenektir. Sanat ise yaratılana karşı yaratıcı tek özürlüktür.” Özgür ve özgün olmak, sanatın ve sanatçının her türlü iktidara karşı en önemli direniş noktaları arasında yer alır.
Aydın Şimşek, Estetik ve Mücadele Estetiği adlı kitabında, günümüzde, sanatçılara, küresel kapitalizm karşısındaki mücadele ve direniş kültürünün oluşturulması için özel bir misyon yüklüyor: “Yazarlar ve sanatçılar açısından da şiddet dalgası üreten egemen kültüre ve devlet kültürüne dayalı teröre itirazın dili ideolojik-politik olabileceği gibi, sadece sanatsal duruşla da olabilir. Bu, sanatçının bireysel ve vicdani kararıdır. Eğer itirazlarını salt sanat ürünlerinin içinde kalarak yapacaksa ürünün dili elbette ki yapı olarak estetik bir cinstir. Bu cinsin anlamlı ve anlaşılır olabilmesi için de temel amaç olan ‘estetik’ sadece güzeli değil, direnmeyi de, insanlığın kazanımlarını da, toplumsal alanın özgür olmasını da güzellemelidir. Bunun için söz almalıdır. Ve bu söz sırasının çoktan geldiğini, ertelenemeyecek kadar ivedilik kazandığını da görmelidir.” diyerek sanatçı ve yazarların bu konuda acilen söz alarak, yapıt ve metin üreterek “mücadele estetiği” oluşturmalarını somut biçimde öneriyor.
Gerçekten, itiraz etmeyen, başkaldırmayan bir sanat, egemen erk’in güdümüne girdiğinde her türlü vicdani ve olumlu değerden hızla uzaklaşacak, aşınarak yok olmaya ve unutulmaya doğru evrilecektir. Unutulmayan yapıtlar ve onların sanatçılarının, içerik ya da kişilik itibarıyla toplumsal-insani mücadeleleri destekleyen bir tavır ve tutum sergilemiş oldukları da önemli bir tarihsel gerçektir.
Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünce’de ise, Aydın Şimşek, yazma disiplinine özel bir önem verdiğini, kitabın birçok bölümünde belirtiyor. “Yazan kişi, önce gözünü kendi gerçeğine dikmeli ve yetkinleşmek için bir sürece gereksinim duyduğunu unutmamalıdır. Bu süreç boyunca hiç aksatmadan yapılması gereken şey, kalemin ucunun yazı egzersizleriyle ve bilincin de okumalarla açık tutulmasıdır.” sözleriyle, net olarak anlatıyor yazmakla ilgili gerçekleri. Sonra da ilk cümlenin önemi, metnin yazılma aşamasından sonra metne yabancılaşma, metni dinlendirip tekrar çalışma… gibi yazma disiplinlerini irdeliyor. 
Aydın Şimşek,yine önemli bir sav ileri sürüyor bu kitabında: “Unutmamalıdır ki yazar, ideal okurun kendisidir(…)Metni oluştururken en son düşüneceğimiz şeydir okur. Okurun yararına bir metin ancak okur yok sayılarak kurulabilir. Genel anlamda (acımasız bir yargı olarak da görülebilir belki) okur ölü bir şeydir.” Okurun “anlaşılabilirliğe” kodlanmış olduğunu, anlaşılabilirliğin ise anlam katmanlarının en sıradan ve zayıf halkasını oluşturduğunu belirten Aydın Şimşek,  okurun,  yaşam koşulları ve yaşamı kuşatan hız dolayısıyla çoğu zaman kolaycılığı, tüketiciliği seçmesi; yorulmaktan kaçışı; derinliklere ve inceliklere girmeye zamanının ve bilgisinin yeterli olmayışı gibi hallerini ortaya koyarak, yazarın okuru gözetmeden yazması gerektiğini belirtiyor. Bilindiği gibi, metin süreçleri, anlamın çok katmanlılığına uğrar. Gerçekler, gerçeküstü haller, olasılıklar, soyutlamalar, olmayanı tasarlamalar, içe ait haller, düşler, ideler, kurgular, imgelerin zihinsel tasarımları… birer anlam katmanıdırlar ve bunlar yazarın yaratıcılığıyla ilgili alana aittirler. Dolayısıyla ortalama bir okurun girmek istemediği zorlu bir bölgedir burası. Yazar, yaratıcılığı, deneyselliği ve özgünlüğü amaçlıyorsa okurun beklentilerini dikkate almadan yazmalıdır. Bu nedenle de “okur ölü bir şeydir.”       
Kitabın ilk bölümünde “yazı ve yazar” üzerinde duruluyor ve “Niçin yazıyoruz?” sorusunun yanıtı aranıyor. Daha sonraki bölümde politik bakımdan yararlı ve estetik bakımdan yararlı olan metinler arasındaki farklara dikkat çekiliyor. Bu bölümde saf bir yazının olmadığı üzerinde durularak ideoloji ile estetiğin metin içindeki uyum ve dengeleri dile getiriliyor. Yazarın metni politize ettiğinde ise ortaya sahici olmayan, kaba ve salt gerçekliğin çıktığı belirtilerek, dış gerçekliğin taklidinden ibaret bir anlatının yalnızca politik düzlemde kaldığı,  ideolojik-estetik katmanlardan, dolayısıyla yaratıcılıktan uzak olduğu ifade ediliyor. Ayrıca, yazarın gündelik dil ve anlaşılırlığın tuzağına düşmemesi gerektiği vurgulanıyor. Sanat dilinin, günlük dilden farklı, üst bir dil olduğu gerçeğinin altı çiziliyor.
“Hız Bir İdeolojidir” başlığını taşıyan bölümde, hızı, küreselleşmiş kapitalist sistemin yeni ideolojisi olarak yorumlayan Aydın Şimşek, hızın görme biçimlerimizi, bilinç sıçramalarımızı, varoluş nedenlerimizi etkilediğini anlatıyor. Hızın ince şeyler için vakit bırakmadığını, yaşamı aşındırıp tükettiğini, her şeyi unutturduğunu, bilinci parçaladığını belirtiyor. “Yazının işlevlerinden birisi de hayatı yavaşlatmaktır(…) Yazar belleğini ve sezgilerini hayata dayamalı, hızın unutturduğu ya da unutturmaya çalıştığı ne varsa orayı işaretlemelidir.” diyor. Gerçekten, zamanın akışında kalıcı bir iz bırakmak; zamana yazmak değil midir yazarın çabası?  
Kuramsal yazılardan sonra uygulama ve örnekler içeren bölümlere geçilerek, yazı disiplinlerine özel bir önem veriliyor. Bu bölümde teknik bilgilere ve ayrıntılara girilerek; eksilterek yazmak, boşluk bırakarak yazmak, edebi dil kullanarak yazmak, yazıyı tekrarlardan arındırmak, şifreleyerek yazmak, zaman atlamaları yapmak, yazarın felsefesi ve dünya görüşü, sloganlardan kaçınma, tarih bilinci ve nostalji arasındaki farklar, gerçeğin her şey olmaması… gibi başlıklarda özellikle kurmaca düzyazı pratiklerine uygun çeşitli uygulamalı çalışmalar ve örneklerle yazar adaylarının ufukları giderek açılıyor. Birçok yazma disiplinine yer verilerek, yaratıcı yazmanın yalnızca esine dayanmadığı; yoğun bir emek gerektirdiği vurgulanıyor. Kurmaca metne gizem katmanın, örtük yazmanın, okura boşluk bırakmanın, açıklama ve tekrarlardan kaçınmanın… önemi yeniden vurgulanarak,  Umberto Eco’nun “Gerçek okur, bir metnin gizini, metnin boşluğunu anlayan okurdur.”sözü aktarılıyor.
Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme’de tarihsel süreç içinde roman ve öykünün gelişmesine, olay öyküsünden durum öyküsüne geçişi hazırlayan toplumsal dinamiklere de değinilerek, kısa öykünün yazınsal bir olgu olarak ortaya çıkmasının arka planı gösteriliyor.  Bu olgunun yaşama ve algılama süreçleriyle bağıntısının altı çiziliyor.
Kitaptan alıntıladığım aşağıdaki satırlarda ilginç ve özgün bir kuramsal bakışın geliştirildiği kanısındayım: “Klasik anlatı, gücünü hızdan alan küreselleşme karşısında, karşıt bir hızla hareket etme olanağı vermiyor. Oysa durum anlatısında ya da kısa öyküde işlevsel bir parçayı önüne koyuyor yazar. Bu parçanın işlevini ölçüp biçiyor, onu devre dışı bırakmak için virüs gibi sistemin içine giriyor ve belleği karıştırıyor. Hızın önerdiği ya da küreselleşmenin geçerli saydığı her şeye aynı hızla saldırıyor, üstelik gücünü saldırdığının içeriğinden alıyor. Yani hızdan. Şaşırma yetimizi bize yeniden kazandırıyor, olağandışılığı dürtüyor, sürprizlere açık olmamızı sağlıyor…
Kısa öyküye dair kuramsal düşüncelerini Bebek Patikleri (Ele Avuca Sığmayan Bir Tür: Kısa Öykü) adlı kitabında dile getiren Aydın Şimşek, bu eserinde önce klasik anlatının unsurlarını ayrıntılarıyla irdeliyor; sonra çağımıza uygun bir metin olarak kısa öykünün anlam ve anlatım olanaklarının sınırlarını genişleterek yeni deneyselliklere açılıyor: “Kısa öykü yapıcı değil aksine yıkıcı bir türdür. İlk saldırdığı yer sıradan, gündelik dil ve anlamlardır. Bu nedenle de kısa anlatı türü yaygın dile, yaygın yazmaya ya da yayarak yazmaya olanak vermez. Diğer yandan kısa öykü nedenselliği (yani içeriksel gerçekliği) önce anlamaya, sonra da onu terk etmeye yönelmesi için her defasında okura kapalı bir zarf uzatır. Bu zarfın içindekini merak eden her okur, bu zarfı açmak zorundadır. Ve zarfın içinden çıkacak olanın ne olduğunu yazarın bile kesinlemelerle söyleme şansı yoktur. Okur katmanlardan; iç, yan, üst ve soyut anlamlardan oluşmuş bu nedenle de tek bir bakış açısıyla kavranması olanaksız gözüken bir içerikle karşılaşacaktır. Kısa öyküde, biçim, içerik için bir çalışma alanıdır da denilebilir. Okuru önce metnin biçimi karşılar, sonrasındaysa anlam katmanları. Kısa içerik zamanı, kısa biçim zamanı ve olabildiğince derin bir psikolojik zaman, okurun ilk karşılaştığı durumlardır. Bir örnek verecek olursak: “For sale. Baby shoes. Never worn.“ (Satılık bebek patikleri. Hiç giyilmemiş.) Hemingway bu kısa öyküsünde okurla arasına kalın bir çizgi çeker ve tüm anlam katmanlarını çözümlemeleri okura bırakır. Böylelikle yazar aradan çekilirken, öykü her okurda kendince bir özgünlük kazanır.” Kısa öykünün boş bıraktığı alanların okurca doldurulup anlamlandırılması, yaratıcı okurluğa giden önemli bir çabadır Aydın Şimşek’e göre.
Yine Aydın Şimşek’e göre, kısa öykü; gerçeği konu edinmekten çekinmez, ancak gerçek dışı olguları da kendine konu edinir. Bu nedenle, yerleşik akıl ve mantık dizilimine uymayan olaylar, mekânlar, karakterler yaratarak kendini oluşturabilir.
Atölye çalışmalarında da öykü, kısa öykü kuramı ve yazımına ayrıntılarıyla yer veriyor; var olan yazınsal sınırları aşma çabasıyla ve öykünün geleceğine dair şekillendirdiği düşünceleriyle, yazar adaylarının ufuklarını genişletiyor Aydın Şimşek.           

Şiir, poetik metin ve kuramsal yazılarıyla; okuma/yazma atölye çalışmaları ve yayıncılığıyla edebiyatımıza yoğun emek veren ve çok sayıda iyi okur/yazarı ortaya çıkaran Aydın Şimşek’i sanat ve edebiyat dostluğuyla selamlıyorum

 

                                     eposta:hsoysekerci@gmail.com

Sayfa : 5