...
Başlık : ŞAİRLERİN DİLİYLE ANKARA’NIN TOPLUMSAL DEĞİŞİMİ
Yazar : Ş.Nezih Kuleyin

Cumhuriyet ile tarihin belki de en eski şehirlerinden birisi olan Ankara küllerinden doğmaya başlamış ve yeni bir anlayışın başkenti olarak mimari ve kültürel olarak inşa süreci başlamıştı. 22 000 kişilik bir kent bugün 5 milyon kişilik bir başka kente dönüşürken bu dönüşüm gerek mekânsal gerek sosyal açıdan birçok olguyu beraberinde getirmiştir.Bu olguları bir sosyolog ya da tarihçi olarak değil şairlerin bize aktardıkları biçimiyle sizinle paylaşmak istiyorum.

Şairlerin gözü bir başka gözdür onlar dünyaya gönül gözü denilen bir gözle bakmayı başarabildikleri için bizim göremediğimizi görürler. Ben de onların gördüklerinin aktarmak istedim.

Cumhuriyetin ve Umudun Başkenti

Cumhuriyetle birlikte Ankara’da büyük bir itibar kazanır. Kurtuluş savaşı bir yandan da edebiyatçıların savaşıdır çok sayıda şair ve yazar Ankara’ya geçer. Cumhuriyeti kuran bu kuşak yaratılan siyasi düzene ve modern bir kent olarak yaratılmaya başlayan Ankara’ya hayrandırlar.

Aka Gündüz iki tane Ankara marşı yazar birincisi hepimizin bildiği

“Ankara, Ankara güzel Ankara
Seni görmek ister her bahtı kara
Senden yardım umar her düşen dara
Yetersin onlara güzel Ankara”

                                                              diye başlayandır.

Ama ikincisinde hayranlık anlatılamaz; bu marşta şöyle başlar

Ankara şehri dünyada tektir
İnkılap için demir direktir
Mazlum yurtlara canlı örnektir
Tarihte geçti başa Ankara
Yaşa Ankara, yaşa Ankara

Behçet Kemal Çağlar kendini Ankara ile o kadar bütünleşik görmüştür ki Ankara’lı Aşık Ömer mahlasıyla şiirler yazmıştır. Kendisini Ankara’nın ilk eri olarak tanımlamıştır.

Şinasi Özdenoğlu yirmi beş yaşında Paris’te Ankara özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. Şöyle demektedir Ankara Özlemi şiirinde

Eiffel’den Ankara’yı görüyorum
Ulus’taki Atatürk Heykelini
Aslanlı yolunu Anıt Kabir’in
Ve Ankara Kalesindeki bayrağımı
Gecekondularda çarpan kalbini dinliyorum
Halkımın
Champ- Elysee de

Yazıyorum Paris gecelerine
Bütün coşkunluğuyla yirmibeş yaşımın
Ankara Özlemini
Ve sesleniyorum Türkiye Ufuklarına
Ey Atatürk, ver elini

Bu hayranlık daha sonraki kuşaklarda da sürer Abdülkadir Paksoy “Niçin sevilir bir kent” dizesiyle başladığı şiirinin bir yerinde soruya şöyle cevap verir.

Ankara
Ey aziz kentim benim
Bana kimliğimi kişiliğimi verdin
Zor günlerde sen emzirdin
Yetim şiirlerimi
Ey güzeller güzeli
Mustafa Kemal’in gelini”

Bir Yazın Merkezi olarak Ankara

Cumhuriyetle birlikte Ankara mekânsal olarak bir yandan yeşillenirken diğer yandan bir kültür ve sanat merkezi olma başka bir biçimde söylersek edebi bir muhit, bir toplumsal kültür mekânı olma yolunda ilerlemektedir. Bu dönem neredeyse şairlerin buluşma noktası gibidir Ankara. Hatta Cemal Süreyya tüm şairlere şöyle seslenir;

“Şair arkadaş, bir derdin mi var
Bir şeyler çıkartmak mı istiyorsun derdinden
Ankara’ya gelmelisin”

Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak Karpiç, Taşhan, Fresko Bar, Tabarin Bar, Kürdün Meyhanesi, Şükran Lokantası, Üç Nal Meyhanesi, Buket Meyhanesi, Piknik ve Tavukçu Meyhanesi gibi sanat ve edebiyat simalarının buluşma ve düşünce aktarım mekanları oluştu. Bu mekanlar Ankara’nın kültür ve sanat yaşamında önemli bir yer almasını sağlıyorlardı.
Bunların hepsi çok ünlü mekanlardı.

Ümit Yaşar Oğuzcan, Orhan Veli Şiirinde şöyle söz eder Şükran Lokantası’ndan

ORHAN VELİ
Yıl bindokuzyüzkırkaltı
Ankara’da Şükran Lokantası
Köşede bir masa
Masanın üstünde bir tabak
Tabakta marul salatası
Bir sandalyede sen vardın
Orhan Veli
Bir sandalyede ben
Kadehlerimizde Kulüp rakısı
Ve dudaklarımızda yarım kalmış mısralar
Hala gözümün önündedir
O sarhoş gecenin hatırası

Ama bu çok sürdürülebilir bir durum değildi. Ankara’daki edebiyatçıların büyük çoğunluğu İstanbul’dan Cumhuriyete sırt vermek için ya bürokrat ya öğretmen ya da milletvekili olarak gelmişlerdi ama doğal mekanları İstanbul’du. Bir de Yahya Kemal Beyatlı gibi Ankara’nın en çok neyini beğenirsiniz sorusuna “İstanbul’a dönüşünü” biçiminde yanıtlayan büyük bir kitle vardı.

Zamanla İstanbul’dan gelenlerin büyük çoğunluğu geri döndü. Bu durumu Ahmet Telli üç şiirden oluşan Ankara’da şiirlerinden ikincisinde şöyle anlatır.

Posta Caddesi, Taşhan, Karpiç ve diğerleri
Ama artık meyhaneler  kalmadı Ankara’da
Belki bundandır Cemal Süreyya’nın Kızılay’da
Huzursuz bir zürafa gibi dolaşması

Ankara Cumhuriyetin Başkenti olması nedeniyle yeni kurulan devletin ana kadrolarının da yoğun olarak bulundukları bir kentti. Kent 1920 den itibaren hızla artan bir memur kitlesini hem oluşturdu hem barındırdı. Bu durum yeni bir çatışmanın temelini oluşturuyordu. Ankara’lılar dışarıdan gelen memurlara “yaban” diyordu. Bürokratların da gerek gelir gerek yaşayış biçimi olarak Ankara’lılarla bütünleşmekte belirli sorunlar yaşadıkları ortadaydı.

Belki de bu düşünceden yola çıkarak

Ankara’ya dışardan bakınca ise bir memur kenti görülüyordu. Bu görünümüyle de şairlerin eleştiri odağına oturur Ankara. Ferhan Şensoy şöyle der;

“Biz başkentli değiliZ
Başka kentliyiz
Hiçbir yerde memuruz
Hiç kimseye amiriz.”

Bürokrasiden yakınan sadece Ferhan Şensoy değildir Serdar Koç da Ankara adlı şiirinde aynı konuya parmak basar.

ANKARA
“geniş caddeleri
parkları müzeleriyle
güneşli güzel bir günü bize
nemrut suratlı bir memur yine
zehrediyor
o masadan bu masaya
evraklar daktilolar arasında

mezkur işletmenin
bilmem ne şubesi müdürü
mevzuatla ilgili her şeyi
yemişlerve sanki doymuşlar”

Mekansal gelişmeyi de istediğimiz gibi yapamayız. Başlangıçta değer verilen ünlü mimarlar zamanla etkilerini kaybeder ve yerlerini niteliği daha düşük ama ücretleri de daha ucuz olanlara bırakırlar.

Mekansal ve Toplumsal Dönüşüm

Cumhuriyetle birlikte hem toplumsal hem de mekânsal olarak büyük bir değişim başlar. Ankara’da ne yeteri kadar kalacak ev vardır ne de başkent olmaya uygun bir şehir alt yapısı.
Büyük bir şantiye olur yıllarca Ankara. Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları adlı kitabında, mahkumları Ankara’ya getiren trendeki işçilerden Fuat’ın Ankara hakkındaki izlenimini şöyle aktarır.
“Durdu tesviyeci mahkûm Fuat
Okşadı ince bıyıklarını kelepçenin demiriyle
Bir tezgâha bakar gibi şehre baktı
“Ben beğendim Ankara şehrini kardaşlar” dedi
                         “aklım ermez ama yapı işine
                                     Belli ki ter dökmüş bizim işçi milleti
                                                                       Temiz iş çıkarmışlar”

Şehir bir yandan yapılırken diğer taraftan da yeşillendirilmektedir.

Kızılay ile Ulus arasında yer alan Bankalar Caddesi bu dönüşüme şahitlik edecek ve akasya ağaçları bu caddenin ayrılmaz bir parçası haline gelecektir. Ankaralılar bozkırı bir botanik bahçesine çevirmeye kararlıdırlar. Bu şiirlere de yansır.

Cemal Süreyya

“Bende tarçın, sende ıhlamur kokusu
Yürürüz başkentin sokaklarında” diyerek özeteler bu durumu. Ağaçlandırma çalışmaları o kadar başarılı olur ki Ankara kuşların istilasına uğrar.Adnan Yücel bu durumu Kuş Mitingi adlı şiirinde şöyle anlatır;

Sonbahardan sonra Ankara’da
Yalnızca kuşların isyanı vardır
Bakarsınız bir akşam üstü
Bütün ağaçlar kuş açmıştır
Ve gökyüzü meydanında
Kuş dilende bir miting başlamıştır.”

Kumrular, bir sokağa adını verecek kadar işgal eder. Güvercinler o kadar çoğalırlar ki Kızılay’daki akasyalar seyreltilip at kestanesi dikilmeye başlanır.

Ahmet Arif de Ankaralıların bu bahçe ve çiçeğe olan ilgisini Karanfil Sokağı şiirinde dile getirir.

“Karanfil sokağı içinde bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al-al bir yangın şarkısı
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ’da İncesu’dadır.”

Büyük bir toplumsal yenilenme alanı olarak Gençlik Parkı Ankaralıların yaşamına girer Ahmet Özer,“Bir Ankara Gününde” adlı şiirinde;

“gençlik parkı/genç ankara’nın yakasında
bir karanfildi her sabah güneşle sulanan
o günden bu güne mavi göğün altında” dizeleriye aktarır bize

Ama Ankara bir yandan da Anadolu’nun çekim merkezi olma noktasına gelmiş ve en yüksek iç göç alan il olmuştu. Bu ise planlı şehrin deformasyonu, gecekondulaşma ve hava kirliğini de beraber getirecekti.

Kendisine Ankara’lı Aşık Ömer mahlasını uygun gören Ankara aşığı Behçet Kemal Çağlar o güzelim Ankara’nın bozulma sürecini “Hey gidi elden giden” adlı şiirinde uzun bir biçimde aktarır. Ben sizler son bölümünü okumak isterim.

Nerde yattığım çayır üstünde sere serpe?
Nerde bir isteyince beş veren Hacettepe?
Nerde tapınakların, temele taş koyduğum?
Nerde nezir taşların, ilkin ben baş koyduğum?
Nerde uzun yolumun tek gölgesi boş dalım?
Kan kırmızı karpuzu bana seçen bakkalım
Nerde o Ayaş yolu üstündeki bahçeler:
Bir iki buçukluğa doyasıya vişneler
Bu mu her gün bir başka yastıkta atan şakak
Sabahladığım tenha köşeler şimdi durak
Park olmuş tek başına yıldız saydığım arsa
Boynumu büke büke, toprağı sarsa sarsa
Pencerenin altında boşuna bu dolaşma
Nerde o akşam sabah can evimde buluşma
Gelirse ayda yılda bir gelir sıram benim
Ele metres olmuşsun meğer Ankaram benim

Bir dönem Ankaralılar nefes alamayacak kadar kirlenen hava ile mücadele etmek zorunda kalırlar. Yılmaz Erdoğan “Yaşayabilme İhtimali” adlı şiirinde bu duruma şöyle dikkat çeker

“Ankara’ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu
haber bültenleri”

Cemal Süreyya mimari olarak gelinen durumu “ Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir” inde şöyle eleştirir.

“Ankara Ankara
Bir kent değil burası, bir acenta dizisi
Bir İşhanı bir umumi mümessillik belki
Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi
Sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?
Birer ön yargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri
Opera, içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir keman kutusu,
Osmanlı Bankası davulVe Emlak krediyle başlayan camdan metalden bir melodika ordusu:
Dol (An)kara bakır dol.”

Hızla gelen göç Ankara’da da yoksul mahalllerin oluşmasına ve buraların yaşam mücadelesi veren insanların dolmasına neden olacaktır.

İlhan Geçer “Bir Şehrin Hikayesi” adlı şiirinde şöyle anlatır.

Şimdi Altındağ’da akşam olmaktadır
Koyu gölgeler düşmüş sokaklardan
İşçiler odacılar ellerinde ekmek soğan
Gecekondularına yollanmaktadır.

1970 yıllar ise Ankara’nın üzerine bir karabasan gibi çökmüştür. Mahmut Turgut o günlerin “Yaşam ve Nergis“ adlı şiiriyle neredeyse kapsamlı bir özetini yapar

“Toplumdan çıktım, koltuğumda kitaplar. Cigarama yağmur düşüyor. Nergisin demeti on lira. Kızılay’da ilkyaz çiçekleri.

Otobüsler hıncahınç. Upuzun dolmuş kuyrukları. Bir kız yeşil gözlerini delikanlının sıcak avuçlarına bıraktı. Başım dönüyor beton yığınlarına baktıkça.

Esat’a yürüyorum. Duvarlarda yazılar. Dedaman Oteli’ndeki grevin yüzüncü günü. “Bu meydanda cengimiz var” Yüreğim yüreklerinin yanında.

Yavrusuna uçmayı öğretmek için bir kuş çırpınıyor. “Aman avcı vurma meni” Amansız avcılar dolaşıyor kentlerde. Yaşamın bedeli daha ucuz nergisten.

 

Aşkın En Güzel Mekanı Ankara mı?

İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden birisidir. Bu güzellik aşk konusu gündeme geldiğinde ilginç bir durumun doğmasına neden olmaktadır. Mekanın ön plana geçme olgusu. Aşıklar aşklarını büyülü bir mekanda yaşamaktadırlar zaten mekanın kendisi aşık olunacak güzelliktedir.

Bu durum Ankara’da tam tersidir. Öne çıkan aşktır. Mekan sadece o aşka kucak açmaktadır. Çok sıradan yerler ve olaylar büyük aşkları doğuran ögelerdir Ankara’da. Bir belediye otobüsü, bir sokak, bir pastane, tren garı, otobüs terminali büyük bir aşkın mekanıdır Ankara’da.Ali Cengizkan büyük bir aşkı yeniden alevlendirmek için “Solfasol Otobüsü” nü seçer. Şöyle der.

“Hadi gel bir kere daha deniyelim
Mutluluk hakkını kaptırma başkasına
Solfasol otobüsüne binelim sıkışıktır
Yakın olmanı istiyorum bana
Asu gel bir kere daha deniyelim

Bu otobüs en kalabalık, en coşkunu
Yollarda hemen her gün kaza
Ama olsun biz yine ona binelim
Şöyle geç hem biraz daha sokul
Duymak isterim o kızoğlan kokusunu”

Yılmaz Erdoğan ise aşkını “ Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde.. Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu.. Ben senin benimle Tunalı Hilmi Caddesine gelebilme ihtimalini seviyordum. Dizeleriyle anlatıyordu ihtimal aşkın ta kendisidir Ankara’da.

Şükrü Erbaş ise  “Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun”  adlı şiirin ikinci bölümünün başında şöyle belirtir duygularını

Sakarya’ caddesindeki sarhoşlar
Rakıyla buğulanmış kaldırımına gecenin
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.

Behçet Aysan “Üç Anı Üç Şehirden”  yağmurdan kaçarken bile aşkını duyumsar yüreğinde. Ve şöyle der.

“ yağmur hızlandı, sığınsam yağmur duraklarına
ah, sevgilimse sevdiğim bir dize gibi aklımda
belki nazım’dan
belki rimbu, neruda
bin dokuz yüz altmış sekizdi ankara”

Kumurular da aynı nedenle mi tercih etmiştirler bilinmez Ankara’lı aşıklara her gün aşkı anımsatmaya devam eder.

Yılmaz Odabaşı “Kumrular Sokağı Şiirleri”nin ikincisinde şöyle der

kumrular sokağı bir kente uzayıp gider
gökkuşağım;
ayrılığım,
ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider.”

Herkese sevgilerimle.

Sayfa : 9