...
Başlık : Ponpon Tokalı Terlik
Yazar : Ayşe Ege

Canhıraş bağırıyordu kadın, kurtarın dercesine. Duvara çarpıp yere yığılan bir bedenin çıkardığı tok sesin ardından, derin bir sessizlik... Biri, susturmak için saçlarından yakalayıp duvara vurmuştu kadını. Zavallı, bir magandanın kıllı pençeleri arasında un-ufak olmak üzereydi. Üstelik bu ani sessizlik hiç hayra alamet değildi.

Fırlasa yukarıya, kapının zilini uzun uzun çalsa…Maganda, zilin sesinden ürküp bir kedi sessizliğiyle odalarda dolansa. Yerde baygın yatan kadına, “Uzatma artık kalk, korkutuyorsun beni” bile diyemeden, kapıyı açıp açmamakta kararsız, sokak kapısına gidip gidip gelse.

Var gücüyle basmıştı zile.

Kapıya doğru cesurca atılan minik adımların sesi geldi önce;  delikten bakan meçhul göz yüreğini ağzına getirdi. Kapıyı açan kadın, “Buyurun” dedi soğuk bir gülümsemeyle. Otuzlarında ancak vardı. Streç kot pantolanunun altındaki pon pon tokalı topuklu terliği, ayak bileklerini olduğundan ince gösteriyordu. Biraz önce şiddete uğrayan sanki o değildi. Yüzünde en ufak bir berelenme olmadığı gibi, gözlerinde ne bir kızarıklık ne de yaş vardı.  Karşısındakinin ne diyeceğini sabırsız bekliyordu, “Ne söyleyeceksen çabuk ol,” der gibiydi bakışları...

“Bir çığlık duydum da…Bana mı öyle geldi?”

“Galiba...”

Kadının soğuk ve küstah bakışlarının altında bocalayıp konuşmasını daha fazla sürdüremedi. Ne işi vardı şimdi burada, bu kadının karşısında… Aylardır, belirli aralıklarla duyduğu o tiz çığlıklara karışan ağlama sesinin ardından eşyalara çarpa çarpa yerlerde sürüklenen bu kadın mıydı? Elinde değil, hayal gücünü azdırmış, aklına çok kötü şeyler getirmişti; Bu nedenle kapısındaydı ama şimdi nutku tutulmuş, daha fazla bir şey diyememişti.

Koca binada çığlıkları duyan bir kendisi miydi? Karşı komşuya sorsa “Evet, ben de duydum” diyecekti, ağzından laf almak için…

“Yeter, yeter artık…” diye bağırdı kadın sonraki günlerden birinde. Kapı çarpmalarının, ardından malum kovalamaca. Eşyalara çarpa çarpa... Yakalasa affetmeyecek, öylesine öfkeli...  Uzun bir sessizliğin ardından, oturdukları kata çekilen asansörün sesi.

Evi terk ettiğine emindi artık. 

              Aklına geldi, geçen yıl daireyi alan yaşlı çift, evi tadilattan geçireceklerini ama taşınmayacaklarını, kiraya da vermeyeceklerini söylemişti. “Arasıra belki çocuklar kalır” demişti, “Oğlumuz şehir dışında çalışıyor, hafta sonları geldiğinde, belki o kalır burada”. Neden daha önce düşünememişti bunu! Belli ki hafta sonları kız arkadaşı da geliyordu yanına.

              Bir koşu gidip zile bassa… Kadının gerisin geriye eve döndüğünü düşünen genç adam hiç duraksamadan kapıyı açsa. “Sen de nereden çıktın şimdi” diye, şaşkın yüzüne baksa. Sonra, “Ne istemiştiniz?” diye sorsa. “Hiçbir şey, zavallı kadına acımıyor musun?” dese suratını tokatlar gibi, “beni polis çağırmak zorunda bırakmayın!”

              Var gücüyle basmıştı zile.

              Ama düşündüğü gibi olmadı, kapıyı aynı kadın açtı. “Gene siz… hayrola”, dedi. İkide bir kapıya gelinmesinden rahatsız olduğu her halinden belli oluyordu. “Evde kimse yok mu?” diye sordu yüreği çarparak. “Ben varım ya…” dedi aşağılayan bir tonlamayla. Kadının kendisine meczup muamelesi yapması sinirine dokundu birden. “Şiddet!” dedi, gözlerinin içine bakarak, “hala buradasın ve bu şiddete razısın, öyle mi?”. Kadın cevap vermeden kapıyı yüzüne çarptı.

              Gerçeği bir türlü yakalayamıyordu. Evi terk eden ev sahibinin oğlu diye geçirdi içinden. Sanki elinden daha büyük bir kaza çıkmasını önlemek için, apar topar uzaklaşmıştı evden. 

Sonraki günlerde, topuk tıkırtıları dışında hiç ses gelmedi.

Hatta olan biten her şeyi tam unutmuştu ki, bir gece kadının çığlığı yeniden ortalığı inletti. “Görmüyor musun? Görmüyor musun?” diyordu avaz avaz. “Ne fark eder?  Söyler misin ne fark eder?”  Tam o anda, sanki avuç avuç bilyeler döşemeye aktı. Ya da ipinden koparılan bir kolyenin boncukları yuvarlanıyordu… Devrilen bir koltuğun ardından bir çığlık daha geldi.

Yataktan fırlayıp salona koşmuştu. Bu dayanılması güç durumu bir sigarayla bastırabilir miydi? Kocası, “Kadını öldürüyorlar mu” diye seslendi yatak odasından. “Emin değilim,” dedi, “işler tahmin ettiğim gibi olmayabilir”. Ortada bir şiddet vardı ama gizemini hala koruyordu.  İşler böyle sürdüğüne göre, halinden şikayetçi olan da yok diye sigarasından derin bir nefes çekti.   

Kısa süren bir suskunluğun ardından döşemeye savrulan bir bedenin çıkardığı sesle kalp atışları hızlandı. İçindeki his bu gecenin diğerlerine göre daha kötü geçeceği yolundaydı.  Apartman görevlisine var gücüyle seslendi. Kapısına telaşla gelen adam, “Ne oldu, hasta mısın abla?” diye sordu. Görevliyi kolundan çekip içeriye aldı ve yukarıdan gelen sesleri birlikte dinlediler.

 “Çabuk yukarı çık zile bas, kapıyı açmazlarsa polis çağıracağım”

“İlk zilde açmadılar” demişti adam geri döndüğünde, “Biraz ısrar edince kapı açıldı, ne olduğunu sordum.”

“Kapıyı açan kimdi?”

“Kim olacak ev sahibinin kızı, bir şey yok” dedi.

“Emin misin kızı olduğuna”

“Hafta sonları o kalıyor burada”

“Erkek arkadaşı mı var?”

“Var desem iftira olur, günaha girerim. Yalnızca bir kız arkadaşı var o geliyor hafta sonları.”

Kafası allak bullak, adamın söylediklerini artık duymuyordu. Tam o arada, üst kata çekilen asansörün sesi bile gelmedi kulağına, birkaç dakika sonra öfkeyle çarpılan apartmanın giriş kapısı da.  Birinin elinde bavul, iki kadının birlikte çıkıp gittiğini de görmedi.

İnce topuklu ponpon tokalı terlikler, o geceden sonra tepesinde gidip gidip geliyor. Tıkır tıkır. İntikam duyguları ateşlenmiş gibi, evin her santimetre karesinde günlerdir topuklu terliklerle koşuşturuyor kadın; bazen de uygun gördüğü bir noktada dakikalarca zıplıyor, zıplıyor. Sinirleri yay gibi gergin, ama yukarıya çıkıp zilini çalmıyor kadının.

Sonraki günlerden birinde, asansör önünde karşılaştıklarında, sıcak bir gülümsemeyle  “Nasılsınız?” diye sormuştu kadın. Cevap verme yerine gözlerinin içine bakmış, “Başkalarından sana ne,” uyarısını almıştı. O da “Şiddet olmadığı sürece, tabii ki bana ne,” demişti bakışlarıyla. “Pencerelerden kanım aşağıya sızsa benimle bir daha ilgilenmeyeceksin,” diye adeta emretmişti kadın, hem de oldukça yüksek bir sesle. “Sessiz aktığı takdirde ilgilenmem,” diye söz vermişti merdivenlere yönelerek. Şimdilerde sesleri çıkmıyor. İlişkilerini oturtmuş olmalılar…

Sayfa : 10