...
Başlık : kış
Yazar : İSMET AKCA

 

Sürekli kendinden bahseden insan sahtekardır, sürekli kendinden bahsedip, ‘Aslında kendimden bahsetmeyi sevmem ama mecbur kaldım’, diyen insan ise ondan daha sahtekardır.

Kendimden bahsetmemek isteğimin gerekçesini sunduğuma inanıyor, başkalarının başından geçen bir olayı anlatmak için yola koyuluyorum.

O sene semtimizde kışın gelip gelmeyeceğini kimse kestiremiyordu. Kış olağan kaprislerinin dışına çıkarak kah bize ocak ayında temmuz güneşi sunuyor, kah bir bahar yağmuru şeklinde damlarımıza konuyor, günden güne daha da solgunlaşan tabiatı canlandırmaya çalışıyordu.

Semtimize o üç kişilik ergen grubu tam bu vakitlerde tebelleş olmuştu. Gecenin ilerleyen saatlerinde sokaklarımızdan bağıra bağıra geçiyorlar, daha evvel buralarda işitilmemiş küfürleri bir opera seslendiriyor edasıyla halkımızın kulaklarına dolduruyorlardı. Mahalleli tedirgindi, bense bunu gayet tabi karşılıyor, bu yaşlarda böyle yaramazlıkların olabileceğine inanıyordum. Öyle ya, hangimiz çocuk olmadık ki, hele o ergenliğin o geçiş döneminin arzuları içinde hangimiz kaybolmadık. Onlara hak vermek çocukluktan yetişkinliğe geçmiş her insanın göreviydi. Boş verelim konuyu daha fazla yorumlamak istemiyorum.

Bu üç çocuktan birinin adı Fuad, diğerinin adı Kemal ve sonuncusununsa Kadir’di. Sizlere onların bedensel tasvirlerini yapmak niyetinde değilim zira tasvir etsem de ortak bir noktada topluluk olarak buluşamayacağımız aşikar. Çünkü; her hayal gücü farklı kültürel gelişimler neticesinde değişik şekilde oluşmuştur ama ille de bir tasvir yapacak olsaydım şöyle derdim herhalde:

Fuad şişman, Kemal onun aksine oldukça zayıf, Kadir ise aralarında en uzun olanıydı.

Üç arkadaş bir gün Fuad’ın nerede bulduğunu bilmedikleri yüklüce bir parayla lunaparkın yolunu tuttular, mevsim kıştı fakat lunapark başta bahsettiğim o iktidarsız kış yüzünden hala açıktı ve harıl harıl iş yapmaktaydı. Yaşları on beşin ötesinde, on sekizinde biraz gerisinde olmasına rağmen parkta oldukça eğleniyorlardı. O büyük mekanik makineler akıllarını başlarından almıştı. Yaşadıkları, daha evvel yaşadıkları yerde böyle şeyler görmeleri imkansızdı, çünkü; eskiden yaşadıkları yer küçük bir şehrin küçük bir köyüydü. Böylece benim küfürbaz hayta kahramanlarımın nereden gelmiş olduklarını da öğrenmiş oldunuz.

Fuad, cebindeki yüklü parayla ve yanında bulunan en sevgili dostlarıyla içindeki çocuksu heyecanı doyasıya yaşıyordu. Kadir’le Kemal’in ondan aşağı kalır yanı olmamakla beraber onlar Fuad’a nazaran biraz daha ağırbaşlı görünüyorlardı. Sanırım yeniliğe karşı duydukları o büyük korku buna sebep olmuştu ve kendilerini hep tetikte tutmak sanki o devasa makinelere göz dağı verecekti. Dedim ya ergenlik ve ergenliğin çılgın arzuları, insanın kendi gücünü sınırsız sandığı o yıllar. Fuad, oradan oraya koşuyor, kağıt helva alıp arkadaşlarına ikram ediyor, kah bir köftecinin önünde durup cebinden tomarla para çıkarıp saymaya başlıyor, köftecinin istediği kadarını tezgaha bırakıyor, kah büyük ışıklı makinelerin altında hülyalara dalıyor, büyük sarsılamaz bir heyecanla bu anları değerlendiriyordu.

Üç arkadaş sonunda uzunca bir makinenin altına gelip durdular, bu makine makas şeklinde üzerinde ‘Ranger’ yazan, hidrolik bir mekanizmayla çalışan ucube bir şeydi. Fakat dostlarım onun ihtişamına kapılıp, gidip vezneden bilet aldılar ve birkaç dakika içinde emniyet kemerleri bağlı halde makasın içindelerdi. Makinist düğmeye bastı ve o büyük heyecan başladı. Kemal’le Kadir hala tedirginliklerini üzerlerinden atamamışlardı ama eğlendikleri de gözlerinden okunuyordu.

Kemal bağırdı ‘’Ne kadar hızlı lan bu koduğumun makinesi’’

Kadir ‘’Evet çok eğlenceli değil mi oğlum’’ diye yanıtladı onu. Sonra Kemal, ayağıyla ön koltukta oturan Fuad’ı dürttü. Fakat Fuad derin nefes alışverişlerinin arasında kaybolmuş, yüzü pancar misali kızarmış, bedeni kasılmaya başlamıştı. Kemal ‘’İyi misin lan’’ diye bağırdı fakat Fuad’ın ses edecek dermanı kalmamıştı. Kadir, olanların farkına varır varmaz makiniste bağırmaya başladı ‘’Durdur şunu, arkadaşım fenalaştı…’’ makinist bu sözlere bağışıklık kazandığı için hiç oralı olmadan makineyi ikinci seviyeye geçirdi ve sabahtan beri bu kaosun içinde kendine yer edinmeye çalışan müziğin sesini biraz daha açtı. Şimdi milenyumun evlerimize arabalarımıza kadar taşıdığı o Avrupa devşirmesi pop müzik olağanca gücüyle hoparlörden bağırıyor, üç arkadaşsa belki de hayatları boyunca unutmayacakları o anı yaşıyorlardı. Pardon belki de değil şüphe yok bu an bir daha unutulmayacaktı. Her şey bittiğinde Fuad’ın kolları yana düşmüş, yüzü mora çalmış, öylece yatıyor, herhangi bir yaşam belirtisi vermiyordu. Makinist, ona yaklaştığında bir an irkilip çekildi. Sonra Kadir ve Kemal dostlarına baktılar ve öylece kala kaldılar.

Hikaye burada bitmiyor tabi, henüz olayı hazmetmeye çalışırlarken bir polis arabası gelip parkın ortasında durdu, içinden iki polis ve birde ihtiyar indi. Kadir’le Kemal’i gösterip ‘’işte bunlardı’’ diye haykırdı. Polisler onları tuttular, sonra ihtiyarı izlediler, bütün park ihtiyarı izliyordu sanırım. Fuad’ın ceplerini karıştırıyor, paraları alıyor ve sayıyordu. Polislere dönüp ‘’Bu çocuk, bu çaldı tutuklayın onu.’’ diye bağırdı. Kemal’le Kadir ekip arabasına Fuad’sa bir ceset torbasının içine konulduğunda saat henüz akşam sekizdi. Önce park tenhalaştı ve bir -bir ışıkları kapandı, ardından sokaklar boşalmaya başladı ve bir kar tanesi baktığım pencerenin tam önüne kondu, sonunda kış gelmişti ve bu saatlerde tamda o üç küfürbaz arkadaşın gelip kapımın önünde küfürle karışık kendilerinden bahsettiği saatlerde semtimiz oldukça sessiz ve sonunda kışına kavuşmuştu.

 

Sayfa : 13