...
Başlık : “Her yazar aslında dürüst bir yalancıdır.” / Attilâ Şenkon
Yazar : Filiz Bilgin

- Son kitabınız “Yalan Satıcısı”, daha ismiyle okuyucuyu kendine çekiyor. Yalan satıcısı kim, yalan ne, nasıl yalan sattığı soruları hemen aklımızda beliriveriyor. Romanı okudukça yalan satıcısının bir yazar olduğunu anlıyoruz. İç içe geçmiş birden fazla hikâyeyi kurmaca diye okurken “açlık grevleri, Cumhuriyet Mitingleri, Gezi Olayları, Ergenekon Davası,” hatta “fırlatılan anayasa” gibi insanın canını acıtan gerçek olaylara rastlıyoruz. Hayal ve gerçeği kaynaştırmanızdaki itici güç neydi?

Kurmaca ve gerçek, birbirlerine vize uygulamayan iki komşu ülke benim için. Bu yüzden öykü ve roman kişilerim zaman zaman aradaki sınırı rahatlıkla aşıp öbür tarafa geçebiliyorlar. Yarattığım hayali kişilerin gerçek yaşamdaki güncel olaylar içinde boy göstermesinin, okurun kurmacaya olan inancını ve bağını artırdığını düşünüyorum. Aralık 2009’ da Kızılay’da dolaşan bir roman kişisinin Tekel işçilerinin Tuna Caddesi’ ndeki eylem çadırlarını ziyaret etmesinden ya da 2013’te Taksim Gezi Parkı’ ndaki direnişe katılmak üzere yollara düşmesinden daha doğal ne olabilir? Her yazar aslında dürüst bir yalancıdır.

- “Yalan Satıcısı” romanınızda Zinar’ ın ‘Nasıl kıydın bize?’ sorusuna yazar kahraman, “Kıymak… Anahtar sözcük tam da bu işte. Yazdıklarımı zor beğenir, zor benimser, zor paylaşırım. İçime sinmeye görsün; bırakın bir sözcüğü, bir tümceyi, kimi zaman yazdığım sayfalar dolusu bir bölümü bile emeğime acımadan, gözümü kırpmadan silip atabilirim.” diyor.  Buradan yola çıkarak siz de yazdıklarınıza karşı bu denli kıyıcı mısınız?

“Eksiltilmemiş metin eksik metindir” sözünü çok severim. Tek sözcükle anlatabileceğim bir şey için ikinci bir sözcüğü asla kullanmam. Bir cümleyi, artık daha sadesini kuramayacağıma inanana dek baştan kurarım. Üzerinden birkaç rüya geçmesini bekledikten sonra yazdıklarımı sesli olarak okur, beğenmediğim ya da fazla bulduğum bölümleri yok ederim hemen. Sonuçta içime sindirip yayıncıma teslim ettiğim metin, yazdıklarımın neredeyse yarısı kadardır.

- “Gökkuşağına İki Bilet” romanında, “Işık’ ın şimdiye değin yazdığı bütün öyküler böyle doğmuştu hep. Tasarım aşamasında kurduğu iskeleti, düşünme sürecinde ayrıntılarla besleyip etlendirir, yazım sırasında ise sözcüklerin yardımıyla olabildiğince canlı kılmaya çalışırdı,” diyor anlatıcı. “Balonlar Gökyüzüne Yakışır” öykünüzdeki anlatıcı yazar ise öykünün sonunda öyküyü nasıl bitireceğine dair, şöyle mi yazsam, böyle mi yazsam diye ikilem yaşıyor. Sizin de yazarken sona geldiğinizde ikilem yaşadığınız oldu mu? Yoksa baştan sona her şeyi planladıktan sonra mı öykü veya romanınızı yazmaya başlarsınız?

Bütünü görebilme becerisini mimarlık eğitimim sırasında kazanmış olmalıyım. Tasarladığım öykü ya da roman bir süre sonra kafamda baştan sona oluşur. Onu mekânlarıyla, aksesuarlarıyla, hatta müzikleriyle bir film gibi izler, yazmaya öyle başlarım. Yazma yöntemim, rotası belli bir yolculuğa benzer. Varış noktam beni asla şaşırtmaz. Yine de yol boyunca bazı sürprizlerle karşılaştığım olmuyor değil elbette. Beklemediğim anda metne giriveren o ayrıntılar da işin tadı tuzu zaten.

- Babanızın daktilosunda yazılmış ilk kitabınızı saymazsak ilk kitabınız “Her Gün Perşembe Olsa” bir öykü kitabı. Daha sonra biyografi, roman ve çocuk kitapları da yazdınız. Bu türlere geçiş nasıl oldu? Neler sizi biyografi, roman veya çocuk kitabı yazmaya yöneltti?

Yazmaya öyküyle başladım. Seksenli yılların ikinci yarısından itibaren edebiyat dergilerinde öykülerimle göründüm. İlk kitabım “Her Gün Perşembe Olsa” yı izleyen “Uykusuz Gece Düşleri” ve “Ten Yükü” de öyküler toplamıdır. 1998’de yayımlanan “Bütün Düşler Nazlı’dır” biyografik bir romandır ve Nazlı Eray’ ın önerisiyle yazılmıştır. Türlere bağlı kalmayı seven bir yazar değilim. Birbirine bağlı öykülerden oluşan öykü kitaplarımı roman, az sayfalı romanlarımı birer uzun öykü gibi okumak da olası. “Telef”i hangi türe sokacağıma ise kendim bile karar verebilmiş değilim. Benim için aslolan anlatmak, gerisi ayrıntı.

- “Telef” çok farklı bir roman gerçekten. Ağıt roman, belki de bir destan. Adını ne koyarsak koyalım ağır bir işçilik sonunda ortaya çıktığı belli. Onca acının böylesine yoğun, böylesine sade, böylesine yürek burkan, böylesine hassas aktarılabilmesinde seçtiğiniz şiirsel dilin ve kurgunun başat rolü var sanırım. Yaratıcılığın zorlu dönemeçlerinden biri de nasıl yazacağına karar vermek olmalı. Telef’i yazma kıvılcımının bir cumartesi annesinin parmağına bağladığı ipten çıktığını bir söyleşinizde okumuştum. Sonrası nasıl gelişti?

Üzerinde dört yıl çalıştığım bir roman “Telef”. Tasarlarken de yazarken de beni bu denli yoran, zorlayan başka bir kitabım olmadı. Hayatlarından ümit kestikleri evlatlarının kemiklerine ulaşabilmek için çabalayan annelerle duygudaşlık kurmak canımı çok acıttı. Dili şiire, kurguyu masala yaslayarak bu ağır yükü elimden geldiğince hafifletmeye çalıştım.

- Sade, akıcı ve diyalogları kuvvetli bir diliniz var. Kısa film haline getirilmiş öykülerinizi de düşünürsek doğrudan senaryo yazmayı hiç düşündünüz mü?

Senaryo yazmak başka bir disiplin. Farklı bir eğitim gerektiriyor. Bu nedenle doğrudan senaryo yazmayı hiç düşünmedim. Ancak, bugüne değin çalıştığım yönetmenlerin hepsi öykülerimin zaten senaryo diline çok yakın olduğunu söylediler. Öykümün özüne sadık kalınması koşuluyla, senaryo yazım işini bir başkasına rahatlıkla emanet edebiliyorum.

 - İki çocuk kitabınız var. Minik okurlarıyla konuşan geveze kitap fikri nasıl doğdu? Çocuk kitabı yazmanın zorluğunu aşmanızı “çocuk kalmayı başarabilmiş yetişkin“ olmanıza bağlayabilir miyiz?

Olmayan Ülke’ de hiç büyümeden yaşayan Peter Pan’ ı kendisine örnek alan bir yetişkin olarak elimden geldiğince çocuk kalmaya çalışıyorum. Çocuk kitabı projesi, eskiden yazarı olduğum bir yayınevinin editörünün siparişi üzerine başladı. Kendileriyle konuşan bir kitabı okumanın çocuklara çekici geleceğini düşünerek öyküyü bunun üzerine kurguladım. Yanılmamışım. “Geveze Kitap” çok sevildi, ardından gelen “Geveze Kitap Tatilde” ile bir diziye dönüştü. Çocuklar için yazmak yetişkinlere yazmaktan daha zor ve sorumluluk isteyen bir iş. Sözcük dağarcığının onların yaş grubuna uygun seçilmesi, kitabın içindeki iletilerin titizlikle tartılması gerekiyor. Bu zorluğu çocuk kalmışlığım kadar, kitapları yazdığım süreçte büyümesine tanıklık ettiğim oğlum sayesinde aştım galiba.

- Kahramanlarınızdan, örneğin Sağkız’ a “Gökkuşağına İki Bilet”, “Telef”, “Yalan Satıcısı” kitaplarınızda veya “Her Gün Perşembe Olsa” öyküsünün kahramanı minik kıza “Geveze Kitap” ta rastlıyoruz. Öykülerde/romanlarda metinlerarasılık hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öykü ve roman kişilerim yazının kalıcılığına emanet edildikten sonra da benimle yaşamayı sürdürüyorlar. Sağkız ve Gülnaz aralarında en vefalı olanları. “Gökkuşağına İki Bilet”te çocukluğunu, “Telef”te genç kızlığını, “Yalan Satıcısı”nda yetişkinliğini yazdığım Sağkız günün birinde yaşlı bir kadın olarak yeniden okur karşısına çıkarsa hiç şaşırmam.

 - David Lodge, “Kurgu Sanatı” adlı kitabında “Bir romanda isimler asla nötr değildir. Onlar sıradan olsa bile her zaman bir anlam taşırlar,” diyor. Kıtır’dan Kırık Kalpler Hastanesi’ne, Retime’den Suzan’a yapıtlarınızda isimlerin ayrı bir önemi, görevi ve alt okuması var. Biraz da bu titiz çalışmanızdan söz eder misiniz?

Okurla oyun oynamayı seviyorum. Bir şeyi unutmamak için parmağa bağlanan ip anlamına gelen retime sözcüğünü Galatasaray Lisesi’nin önünde gördüğüm yaşlı Cumartesi Annesi’ ne ad olarak vermem ve bunu roman boyunca “Telef”in öbür kişilerinde sürdürmem bu oyunlardan biridir. Afran’ ın, Ülmen’ in, Çepik’ in, Revin’ in, Beduh’ un, Herfene’ nin, Nayiha’ nın, Bizeban’ ın, Nulipar’ ın adlarının yer aldıkları bölümlerle ilgili anlamları vardır. Kulağa bir kadın adı olarak çok hoş gelen Fersude’ nin anlamı, yanlış basıldığı için piyasaya sürülmemiş gazetedir mesela. Gerisini araştırıp bulmayı romanı okuyacaklara bırakalım. Heyecanı kaçmasın. 

- “Yalan Satıcısı” romanınızı Ankara’ nın eski mekânlarından Kıtır’ da yazdığınızı bir söyleşinizde anlatmıştınız. Romanın çerçeve öyküsü Kıtır’ da geçtiğinden yazmak için kendinize atmosfer yarattığınızı söyleyebilir miyiz?  Nasıl bir ortamda yazarsınız?

Kendime özel atmosferler yaratmam. Lükslerim, kaprislerim yoktur. Önümde kâğıt, elimde kalem bulunsun yeter; her ortamda, her koşulda yazabilirim. “Yalan Satıcısı” baştan sona Kıtır’ da geçiyor. Romanı kırk yıldır müdavimi olduğum bu mekânda yazmak farklı bir deneyimdi benim için.

- Gündüzdüşlerinizi biriktirdiğiniz kumbaranızdan bu defa neler çıkacağını heyecanla beklemekteyiz. Sırada ne var; çocuk yazını mı, öykü mü, roman mı, yaşamöyküsü mü okuyacağız sizden? Yeni çalışmalarınız hakkında ipucu verebilir misiniz?

Ölmüş bir yazardan geriye kalan tamamlanmamış yapıtların yayımlanmasının doğruluğunu tartışmaya açan, 1976 ile 2016 yılları arasında gidip gelen bir roman var sırada. “Hoş Bulduk Hayat” Şubat 2021’de İletişim Yayınları etiketiyle çıkacak. Okurun, 1900 doğumlu şair Hüsrev Pertev, refakatçisi Ekrem ve genç editör Sema ile tanışacağı günü sabırsızlıkla bekliyorum. Bir yandan da yeni öyküler yazmaya başladım. En son “Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle: Kadınlar Arasında” kitabı için “Eva ile Havva”, İletişim Yayınları’nın “2018 Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi” için “Zürafa Sessizliği” adında iki öykü yazmıştım. Uzun zamandır ihmal ettiğim ilk göz ağrımı çok özlemişim.

Sayfa : 4