...
Başlık : GRAFFİTİ
Yazar : Gül Ayşe Aydemir Yaldız

“Trafik bugün çok yoğun Babacığım. Bak, bak adam gülüyor arabayı sollarken…”
“Hem hızlı geliyor hem de araba yalpalıyor oğlum.”
“Bey!.. At kendini sağa, tekin değil bu kamyon.”
“Küçücük VW, kaplumbağa!“
Acı bir fren sesi...
“Eyvah, yazık küçücük arabaya! Gitti… Gittiler… “

Tatilin başındayız. Hepimiz için, daha çok da çocuk için, kötü oldu bu kaza. Kocam aylardan beri araba kullanamıyordu, ancak kendine gelirken şu şanssızlığa bak, şimdi bu süre iyice uzayacak. Elimi çabuk tutup onların inmesine engel olmalıyım.

“Siz inmeyin ben bir bakayım, böyle geçip gidemem, gidemeyiz.”
Yol kavşağı ve koşan insanlar… Ters yöne dönmüş küçük bir araba, hurdahaş olmuş. Otomobil değil bir akordeon. Kamyonun önü yamulmuş, şoförü içinde oturuyor, elleri direksiyonda gözler karşıda sabit bir noktada çakılmış kalmış.
Trafik durdu, insanlar ne çabuk da toplanıverdiler.
“O ne sesti? Bomba gibi...”
“Teyzeciğim, ben de gördüm, vurunca araba döndü ters yöne, öyle bir ses çıktı ki dondum kaldım.”
“ Beyefendi, arabanın içine bakın, siz daha yakınsınız.”
“Kapı açılmıyor, kilitli.”
“Be adam, camlar kırılmış, elini sok aç.”
“O kadar biliyorsan gel sen aç hanım, kapı sıkışmış, açılmıyor.”
İri kıyım, sarı kıvırcık saçlıbir adam:
“Toplanmayın açılın biraz, ben komşusuyum.”
“Telefonu olan biri 112’yi ve 155’ i arayıversin Allah için.”
“İçerde bir kişi var, arkaya iyice bakın başka kimse var mı?”
Her kafadan bir ses çıkıyordu:
“Yok, yok, arabayı kullanan kadından başka kimse yok.”
“Baygın, kendinde değil, ambulans çabuk gelse bari.”
“Aman Abi, elini kolunu çekme, kıpırdatma; kırığı vardır, çıkığı vardır.”
“Anne, bak, ellerine tırnaklarına bak! Ne kadar değişik, siyah-beyaz garip ojeler..”
“Çocuğu getirmeseydin be canım.”
“Sen gelmeyince merak ettik, ben onun durumunu çok iyi anlıyorum. Nasrettin Hoca misali… Aynı şeyleri yaşadım biliyorsun. Hadi şimdi de siz arabaya, lütfen!”
Anne:
“Oğlum sen deli misin, koyun can derdinde, kasap mal derdinde hesabı. Sana ne tırnağından, ojesinden. Kız olsan hadi neyse…”
“Hanım, hanım! O daha çocuk, azarlama hemen. Değişik geldi demek ki, bunun kızı oğlanı mı olurmuş?”
“Çekilin, herkes biraz çekilsin, açın ki çıkartabilelim kazazedeyi.”
“Şükür, ambulans geldi. Adama bak, hala bir şey olmamış gibi şoför mahallinde oturuyor.”
“Kardeş, neden böyle söylüyorsun, adam besbelli şokta.”
“Bak, polisler de geldi, hadi eve çocuğum. Allah kazadan, beladan korusun, bizi, yakınlarımızı, herkesi.”
“Hepiniz dağılın, işimizi rahat yapalım, Görgü tanıkları varsa kalsın.”
“Merkeze plakayı bildirdim Âmirim!”
Zayıfça polis:
“Âmirim, arabanın içi darmadağınık, her yer dosya kâğıdı, yazılı-yazısız…”
“Çantasını ve telefonunu sen al… Bak bakalım kimmiş?”
“Tamam da bu telefon çalmaya başladı. İnşallah yakınıdır da münasip bir dille haber veririz mi desem yoksa yakını olmasın mı desem?..”
“Aloo!”
“Lâle Hanım yok mu?”
“Siz kimsiniz?”
“Ben Yayınevinden arıyorum, Mithat Bey’in sekreteriyim. Randevusu vardı. Deneme Türü kitabından örnekler getirecekti… Şimdiye kadar gelmesi gerekiyordu; o hep randevularına zamanından önce gelirdi de merak ettik.”
“Ben trafik polisiyim, Lâle Hanım bir kaza geçirdi şu an hastaneye götürülüyor.”
“Recep oğlum, durum anlaşıldı. Kâğıtları toplayıver, dosyaya koy, diğer eşyalarını koyduğun poşete yerleştiriver.”
“Evraklar tamam Âmirim, aile de arandı, çekici işi de tamam.”
“Dönüyoruz o zaman.”
“O dosyanın en üstünde bir yazı var, ona bir bakabilir miyim Âmirim?”
“Bak Recep, senin aran matbuat ile iyidir…”

Graffiti.

Kutusunda böyle yazıyordu. Bilet gişesindeki kızda görmüştüm ilk kez… Ve kızım anlatmıştı gerisini…

Kendimi bildim bileli yenilikler ve değişiklikler çok hoşuma gider. Uçuk kaçık olması bile beni korkutmaz. Ucundan kıyısından - azıcık anne, baba, çevre ve dahi tüm yakınlarımdan çekinsem de - uygularım. Bu konuda eş yönünden de şanslıyım. Bana karışmaz; çünkü nerede duracağımı bilir ve bana güvenir; içten içe de hoşlanır, ama asla belli etmez… Ben de anlamamış gibi yaparım.

Grafitti, çatlayan oje… Dün akşam bayıldım, oyun gibi geldi. Beyaz ojeyi iki kat sürüp üzerine siyah renkli ojeyi sürmemin ardından dakika geçmeden çatlayıp sürpriz küçük parçacıklarla göze hoş gelecek şekiller oluşturması ve tıpkı parmak izi gibi bir tırnakta olanın diğerine benzememesi, çocuk ruhumu coşturdu. Ne kadar kolay mutlu oluyorum, değişikliği ne çok seviyorum… Nihayetinde tırnağa sürülen bir oje, olsa ne olur, olmasa ne olur? Ama bence öyle değil, hele en üste sürülen cila ile işlem tamam olup şöyle karşıdan bakınca iki elimin açılmış on parmağına…

Zaman zaman çılgınlıklar yapmak gelir içimden. Hayale gümrük yok hesabı… Benim çocukluğumu yaşadığım yerlerde kızlar bisiklete binmezdi, ayıptı. Çok garip; ama gerçekten öyleydi. Ben de saf saf yalnız erkeklerin bindiğini sanırdım ve böyle olduğuna da inanırdım. Yıllar sonra, yarım asırı geride bırakmak üzereyken bir bisikletim oldu üç tekerlekli. Bazı arkadaşlar için “Ööööö! Yaşlı bisikleti,” ama ben çok seviyorum onu… Bindim mi yedinci vitese takıp uçuyorum, ta ki platinli ayağım zil çalıp kırmızı kart gösterinceye kadar. Eşim de hiç bisiklete binmemiş erkek çocuk olmasına rağmen, yaşam koşulları ve sosyal çevre nedeniyle. Çılgınlığıma katılsa, Can’ın Honda’sını alsak, kasklarımızı takıp sarılsak birbirimize, bassa gaza, motor sesi, ilk günden beri değişmeyen kalp atışlarımıza karışsa, sürsek “yüreğinin götürdüğü yere kadar…” Gıkım çıkmazdı, yemek - içmek bile istemezdim…

En çılgın modelleri biraz törpüleyip giymek şöyle bana bakanların gözlerini ve yüzlerini okumak çok eğlenceli oluyor. Çok uçuk olmadığı için bir şey diyemiyorlar ama… Renk, model, kumaş cinsi, aksesuarda oldukça dikkatliyim. Sınırları zorlamaktan müthiş keyif alıyor ve eğleniyorum.

“Kaç sene sürer bu?” diyorsanız eğer, ben “Hım hım olunca” da bir yolunu bulur, devam ederim az daha yumuşatarak, eskiyen geride kalan yıllara inat… “Ben geçin demedim ki yıllara, onlar kendileri geçtiler…” Yüreğim biraz yorgun olabilir. O hiç değişmedi ki, sadece biraz yorgun. Çılgınlık başka, yorgunluk başka… Birisi geçer diğeri geçmez, o kadar…”

“Aloo, ifade için uğrayacaktık da Polis Bey. Ya... Allah rahmet eylesin!”

“Sınırları zorlamaktan keyif alıyorum…”
“Yüreğim biraz yorgun olabilir…”
“Kaç sene sürer bu?”
“Yüreğinin götürdüğü yere kadar…”

Komiser:

“Recep!.. Sen mırıl mırıl ne diyorsun?”
“Ben demiyorum efendim, Lâle Hanım diyor:
“Yüreğinin götürdüğü yere kadar… “

Sayfa : 12