...
Başlık : Erkek Sözüymüş!
Yazar : Gülçin Göktay

        Mustafa, küçük loş odanın pencere kenarına yerleştirilmiş sedirde yatan Dudu’nun  hemen yanındaki  minik bohçaya doğru eğildi:
 “Kızçem benim, bebem benim, nasıl pembişmiş bu böyle!”
 Kafasını pencereye çevirmiş dışarıyı seyreden karısına döndü: “Ablasına hiç benzemiyor, di mi? Bunun suratı daha yuvarlak, gözleri  tıpkı zeytin beya!!”
         Dudu cevap vermedi. Yattığı yerden doğruldu, ağlamaya başlayan bebeği kucağına alıp, sırtını Mustafa’ya döndü, emzirmeye başladı. Küçücük pencereden süzülen ışık hüzmesi bebeğin pembe yüzüne vuruyor, okşayıp geçiyordu. Bebek, gün ışığından kamaşan gözlerini kısmış, huzur içinde karnını doyuruyor, ara sıra gözünü açıp annesine bakıyordu. Annesinin bakışları bir bebeğini seviyor, bir pencereden görünen zeytin ağaçlarında kayboluyordu. Mustafa öyle durup seyretti biraz, sonra ıkına sıkına,
“Abim ne zaman gelelim diyo...” dedi.
 “Gelemez olsunlar inşaallah!” Dudu dişlerinin arasından  söyledi bunu hafifçe. Mustafa yine de duydu.
“Kız ilenme bebe kucaandayken! Daa ne kadar emzircen,  sen onu sööle!”
Sesinde  öfkeyle utanç, emretmeyle yalvarma karışmış, bir sarmal gibi iç içe girip birbirine dolanmıştı.
      Dudu sus pus emzirmeye devam etti, arada sırada başını bebeğin pembe beyaz yüzüne gömüyor, kokluyor, öpüyordu. Mustafa odanın ortasında durmuş, gözleri pencereye dikili kalmıştı. Sedire  yaklaştı, elini Dudu’nun omzuna koydu:
 “Üçüncüyü de emencecik yaparız be mare, em belki  kızan olur, ha? ” dedi yumuşak bir sesle.
Dudu silkinip omzundaki elden kurtuldu, hırsla bağırdı:
“Git işine bak sen! Vicdansız! ”
  Mustafa elini çekti, suratı kapkara, bir şey söyleyecek gibi ağzını açtı, kapattı. Sonra elini kaldırıp işaret parmağını Dudu’ya salladı:
 “Bana bak şam şeytanı, kapçık aazlı, iiç diklenme! Benim sözüm erkek sözüdür, erkek adamın ağzından laf bir kere çıkar!” Aklına bir şey gelmiş gibi birden döndü,
 “Bağya gidiyom ben, sen de bırkalama be artık…” sözünü bitirmeden kapıyı çarpıp gitti. Dudu bebeğine eğildi:“Erkek sözüymüş, bana ne? Verir miyim seni ben?”

                                                                                 *

          Mustafa, zeytinliklere giden iki tarafı ağaçlı  yola girer girmez cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Güneş iyice aşağıya inmiş, zeytin ağaçlarının ardına saklanmıştı.
“Kaldık arada beya, yukarı tükürsen bıyık, aşşaa tükürsen sakal…” Derin derin içine çekti dumanı, dört bir yanına telaşlı bakışlar  atarak üfledi. Tam ikinci nefesi çekerken, duyduğu ayak sesleriyle hopladı, sigarayı yere atıp ezdi. Yetmedi, yerden alıp kenara doğru fırlattı. Arkasına dönüp sesin geldiği tarafa hızlı hızlı yürüdü. Babası,  yaşına rağmen dimdik gövdesi, uzun bacaklarıyla, attığı her adımın hakkını vererek  geliyordu.
 “Nerdesin, nabüün len, iki saattir sesleniyom!”
 “Ayırlı akşamlar baba, Dudu’ya baktım da…”
 “Konuştun mu len o meseleyi?” dedi babası, sözünü keserek.
 “Hee, söyledim, şey yani, sordum…”
“Ne geveliyon len, ne sorması? Sormıycan beya! Alcen getircen kızçeyi! Yüz vermeyin şu  karılarınıza dedikçe!!!”
 Hırsla, yolun tozunu attıra attıra yürümeye başladı.  Oğlu koşup yetişti,
“Emziriyo ya, onun için diyom…”
“Uzatmayın da bitirin şu işi! Artık azır mamalar var beya … O gavurun encee  karın var ya, emzircem diye oyalıyo seni, o ne anasının gözüdür ooo… Soona da başka şey buluvecek!”
 “Baba, daha on günlük bebe…”
“Daa konuşuyo bak, hem adını da koyamadık bir türlü, onun yüzünden! Getirin akşama kızçeyi, halledelim şu işi beyaa, ” Sonra daha yumuşak bir sesle:
 “Abin bızıklıyıp duruu. Yengen denen susakaazlı başka türlü. ” Mustafa iki yanına baktı, ellerini ceplerine sokup çıkardı,  sonra ezik bir sesle,
 “İsmini bari ben koyyım diyo.” dedi, babasına bakamadan. Yaşlı adam durdu, oğluna dönüp haykırdı:  “Mustafa…Sen epten aykırı gidiyon! Anamın adını koyvecem demedim mi ben kızçeye, Üsniye koycem, daha kaç kere diicem beyaa!” 

        İki kolunu hırsla sallayarak yürümeye devam etti. Mustafa da peşinden. Babası iki elini arkasında kavuşturmuştu. Mustafa tam arkasından takip ediyordu. Yetişse şimdi, şu elleri tutsa, öpse, “Baba beya” dese, “yap bi babalık, gel vazgeç bu işten, elini ayaanı öpiyim, kızçeyi alma, başka bir al çaresi yok mu bu işin, bak Dudu da perişan,  sütü kesiliveecek acından, em de zehir kusuyo bana, yaklaştırmıyor yanına…”
Bahçeye yaklaştıklarında Mustafa babasına yaklaştı, 
“Dudu, Özlem olsun diyo…” dedi, çok  hafif, temkinli bir sesle. Yutkundu.
“Bari bebesine özlemi, adında yaşayaymış…” Boğazını temizledi, daha güçlü bir sesle
 “Öyle diyo beya...” diye ekledi. Sessizlik babasına geçti bu sefer. Daha konuşmadan zeytinliğe kadar geldiler. Annesi, abisi, yengesi ve kardeşleri çalışıyorlardı. Yengesi başını çevirip kaygı dolu bir bakış fırlattı Mustafa’ya. Tam bağa  adımını atarken yaşlı adam ağzını açtı:
“O zaman  Üsniye Özlem koyarız beya…” deyip oğlunu geride bıraktı, büyük oğlunun yanına gitti.

 

 

Sayfa : 8