...
Başlık : “Eğer unutursan bunları dönmeyeceğinden korkarım.”
Yazar : Filiz Bilgin

        Abdullah Ataşçı’nın 2011 yılında yayınlanan ilk romanı Dağda Duman Yeri Yok üç bölümden oluşuyor; “Tünel”, “Okuyucu” ve “Şer”.
          İlk bölüm “Tünel”de isminin de hemen çağrıştırdığı gibi bir tren, bir tren yolculuğu anlatılır. Zorunluluktan, isteksizce ve felaketler zinciri sonunda çıkılan bu yoldaki yolcuların yaşam öyküleri kısaca aktarılır. Anadolu’nun doğusunda, Murat nehri yakınında kurulmuş olan köyde “Sonuçta yaşayıp gidiyorlardı. Tarlaları, suları, evleri, ağaçları vardı. Mutlulardı da.” “Her şey yolundayken birdenbire on altı adam dağlardan inip köye geldi.” On altı adamın köye gelmesinden sonra olanların ip uçları trendeki yolcuların kişisel dramlarının içinden verilir. Köylüyü toprağından koparan, bu göçe zorlayan olayları romanın baş kahramanlarından olan Sofu Mustafa’nın duaları da engelleyemez. Sofu, “Götürülüyordu şimdi ve biliyordu bu gitmek bütün gitmeklerden daha fazla ölmekti.”
      İkinci bölüm ”Okuyucu”da Sofu’nun torunu Halil üzerinden göçten sonra yaşananlar aktarılır. Halil bir iç hesaplaşma içindedir ve terk ettiği köylülerini teker teker hatırlarken “Onların hiçliklerinden, varlıklarının kokusundan, hep aynı şekilde bakmalarından, konuşmalarından, yürümelerinden, nefes almalarından kaçmıştım. Hiçliklerinden bir hiç olmuştum ben. Biliyorum, bekledi hepsi beni, öyle çaresiz, yapayalnız. Gelmedim, yazmadım, aramadım. Unuttum her birini. Oysa onlar sesimi beklerken öldüler. O halde isyanım kimeydi?” der.
     “Şer”, romanın sonunu sarmal bir yapıda getiren oldukça kısa bir bölümdür.
     Zamanın sosyal ve siyasal koşullarının insanlar üzerindeki olumsuz etkileri ve açtığı yaralar romanda “Hayatında bundan daha büyük bir felaketin hiçbir zaman olmayacağını o an anladı. Artık kızının katran karası bir yalnızlığa mahkum olduğunu biliyordu. Kendilerine musallat olmuş o kara bulutlarla savaşmaya gidiyordu kızı.” veya “Beyaz; sesini, gözlerinin yaralanmışlığını, hasretinde gittikçe büyüyen bataklığına bırakıp sana sarıldı.” cümlelerinde olduğu gibi yoğun bir dille anlatılmış.
     “Tünel” bölümünde ‘tanrı’ anlatıcı, “Şer” bölümünde ‘ben’ anlatıcı kullanılmışken ‘Okuyucu ‘ bölümümde hem birinci tekil(ben) hem de ikinci tekil şahıs(sen) anlatıcı tercih edilmiş. Böylece Halil’in ruh hali bir yandan kendi gözlemleriyle içerden, bir yandan da anlatıcının gözlemleri ve tanıklığıyla dışarıdan çift katmanlı bir vurguyla yansıtılmış.
      Metinde sıklıkla karşımıza çıkan “Yapraklarını okşadıkça kahkahalarla gülen çiçeklerden yangını bir an unutur gibi oluyor,…”, “Oysa Beyaz’ın kalbi yerinden çıkmış, köyün içinde birkaç tur atmış, kendilerini gören var mı diye, her bir tarafa bakmıştı.”, “Derenin hemen çaprazında mezarlığın başladığı yerde bir ağaç dikkatlice bana baktı.”, “Bağırmana askerler geldi, gözlerini üzerine serip susmanı istediler.”, “Baban tam elini atıp boynundan tutmak üzereyken yaşlı, perçemini indirmek zorunda kalmış bir ses duydun.”, “Mezarlar şaşkınlıkla baktılar bana.” benzeri kişileştirme cümleleriyle somut tarih, yazarın kurgusunda masalsı bir atmosfere bürünmüş.
      Sofu'nun, okumak için giderken torunu Halil’e “Oku, hep oku ve elbette yaz. Unutmak istemiyorsak.” diye öğütlediği gibi Abdullah Ataşçı da Doğu Anadolu’da yıllarca önce yaşanmış acıları masalsı unsurlarla anlatarak tarihi gerçeklerin daima hatırlanması için iz bırakmış. “Dağda Duman Yeri Yok”, ölümlerin getirdiği acıları, toprağını terk etmenin zorluğu, yabancı bir yerde tutunmaya çalışken yaşanan örselenmeleri derinlemesine hissettiren sarsıcı bir roman.

KAYNAK:
Ataşçı Abdullah, Dağda Duman Yeri Yok, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011

Sayfa : 7