...
Başlık : CELAL İLHAN’LA, GREVDEN DÖNENİN! VE ÖTEKİ YAPITLARI ÜSTÜNE BİR SÖYLEŞİ
Yazar : Filiz Bilgin

“Hangi işi yaparsan yap, içine yüreğinin sıcaklığını, gülüşünü katmadan olmaz.” (*)

*İlk eseriniz, doğduğnuz köyle ilgili, “Anadolu’da Bir Nokta” adlı kitabınız. Sizi, öyle bir kitapla başlamaya yönlendiren nedenlerden söz eder misiniz?

Sorumluluk diyebilirim. Dünyaya gelişinizde el kadar bir varlıkken size kucağını açmış, beslemiş, önce şirin bir bebeğe, sonra çocuğa, delikanlılığa evirilmenizi sağlayan, insanıyla, doğasıyla o çevreye bir borcunuz, bir sorumluluğunuz yok mudur? Aklım erdiği, elim kalem tuttuğu andan başlayarak böyle bir sorumluluk içinde bulmuşumdur kendimi. O kitap, o çalışma sorumluluğumun gereğidir. Başka bir açıdan bakılınca, Anadolu’da Bir Nokta, yazın alanına girmek için bir kanat alıştırması da sayılabilir. Gerçekten de öyle olmuştur. O kitabı okuyan Köy Enstitülü yazarlardan Mahmut Makal Usta, bana “Bu kitabı yazan bir kişi, kanımca çok daha iyilerini de yazabilir”, demiştir. Yolun başındaki bir yazma sevdalısına çok büyük bir destekti bu sözler. Makal Usta’nın yanılmadığını kanıtlamak bana büyük mutluluk vermiştir.

*  “Ateşle Dans”, öykü dosyasıyla 2002 SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) Öykü Özendirme Ödülünü, “Altmış Beş Metrede” öyküsüyle 2003 Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışmasında Birincilik Ödülünü, 2009’da Grevden Dönenin!’ anı-romanıyla, Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Ödülünü aldınız. Ödülleriniz hep emek örgütlerinden gelmiş. Başarınızda, yazın ile yaşantı içiçeliğinin, içerden yazmanın etkisi belirleyici midir?

Evet, çok sıkı bir ilişkisi olduğunu sanıyorum. Benim de doğru bulduğum, yaygın ve gerçeğe çok yakın bir söylem vardır. “Yazar, en iyi bildiği konularda yazmalıdır” denir. Ben de öyle yaptım. Olur olmaz konularda ahkâm kesmek yerine, yaşadıklarımdan başlayarak yazmaya yöneldim. Yeterince malzeme vardı elimin altında ya da yüreğimin kapsam alanında. Daha çok acılar olsa da başarılar ve mutluluklar da vardı elbette. Geriye kalan, o birikimi dilin olanaklarıyla harmanlayabilmek, sunabilmekti ilgilenenlere. Doğru işler yapmışsanız, ikiyüzlülük, art niyetlilik yoksa, bir de özünüz için ince hesaplar peşinde değilseniz, ödüller kendiliğinden gelebiliyor bazen.

* “Grevden Dönenin!” adlı yapıtınız otobiyografik bir eser. Bir ölçüde belgesel roman da diyebiliriz ona. Ücret dengesizliğinden, koruyucu malzemelere kadar, işçi hakları için verdiğiniz mücadeleyi anlatıyorsunuz. Bu destansal mücadele sürecini yazarken, ilerde işçi sınıfına ve sendikacılık hareketine ışık tutmak gibi bir amacınız var mıydı? Otuz yıl sonra kaleme aldığınız ilginç ayrıntılarla dolu bir anı-roman için, gerekli malzemeyi nasıl biriktirdiniz, unutmadan nasıl saklayabildiniz?

Doğru ya da yanlış, yaşanmış her olgunun illa ki ders alınacak yanı vardır. “Grevden Dönenin!”, gibi bir toplumsal mücadele romanının elbette bir iletisi olacaktır. Bu iletiden ancak ders almak isteyenler alır. Aksi halde, Kurtulu Savaşımızı bile, Türk milleti için bir yıkım olarak gören beyni sulanmış insansıların olduğunu unutmayalım. Greve nasıl başlanır, nasıl uygulanır, işverenle nasıl savaşılır, işçiler arasındaki bozguncular nasıl temizlenir, her biri önemli deneyimlerdir. İşverenlerin bile alacağı dersler vardır Grevden Dönenin!’de. Bencil ve yanlış bir tutum izleyen, gücünün sınırını bilmeyen bir genel müdürün nasıl yerle bir olduğunu okuruz romanda. Bazen de şaşırtıcı biçimde, grevdeki işçinin, sendikasıyla savaşmak zorunda kaldığını görürüz. İlerde yazacağım roman için bilerek, planlayarak belge biriktirdiğimi söyleyemem. Öte yandan, yaşadıklarım öyle kolayca unutulacak cinsten olaylar değildi. Roman, öykü ya da öteki yazın alanlarında iyi metinler oluşturabilmek, ayrıntılarda saklıdır. Ayrıntıdan yoksun metinler, ortahalli fotoğraf olmaktan öteye geçemez. Ayrıntılar ise, yaşandığı dönemde, sıcağı sıcağına not edilebilirse güzel noktalar yakalanabilir. Nitelikli okur, bir fotoğraf görmek yerine içli, derin, kendisine dokunacak ayrıntılar arar okuduğu kitapta. Günlük tutabilmeyi çok isterdim. Köy Enstitülü yazarlar gibi, günlük tutma alışkanlığım yoktu ne yazık ki.

*  Yazma serüveninde, ilklerin ya da en’lerin önemi büyüktür. Örneğin ilk etkilendiğimiz ve bize büyük bir durumla karşı karşıya olduğumuzu hissettiren olaylar vardır. Sizi böyle etkileyen bir yazar, bir olay, bir duygu var mı?

Bizim kuşak için, Nazım Hikmet şiiriyle, Orhan Kemal öykü ve romanlarıyla yazma hevesi uyandıran ustalardır. Onlar olmasaydı, yazmaya yine de heveslenir miydim emim değilim. Olaylara gelince; çalışma yaşamım süresince hep şunu gördüm, devletimizi yönetenler, oldum olası emeğe, işçiye, çalışana değer vermeyen, onları canlı araçlar gibi gören zevattan oluşmuştur. Bu durum, erken yaşta sınıflı toplum gerçeğini öğretmiştir bana. İçinde yaşadığımız zaman diliminde işçiler, işlikler, fabrikalar, yazına en az konu olan alanlardır. Yazmak için beni kamçılayan nedenlerin başında, devleti yönetenlerin, topluma yön verme savında olanların körlüğü ve duyarsızlığı gelmiştir diyebilirim.

* Grevden Dönenin!” kitabında, çocukluğunuzdan, gençliğinizden söz ederken, okulda öğretmen ve arkadaşlarınızın, neden liseye değil de sanat okuluna  gittiğinizi sorguladıklarını, “Keşke Liseye gitseydiniz, hiç olmazsa bir şair olurdunuz”, diyerek takıldıklarından söz ediyorsunuz. Bu takılmaların sizce bir dayanağı var mıydı?

Şimdilerde Sanat Lisesi diye adlandırılan, o zamanki adıyla Erkek Sanat Enstitüleri, daha çok köy çocuklarının, kentli küçükesnaf ve düşük gelirli ailelerin seçtiği okullardı. Kısa yoldan ekmeğini kazanmak düşüncesiyle seçilirdi o okullar. O nedenle öğrenciler, kitap okuma olanaklarından, şiir, öykü, roman gibi eğitici, güzel alışkanlıklardan yoksun gençlerden oluşurdu. Sınıfımızda, benim gibi bir iki kişi daha vardı. Az çok kitaplarla ilgisi olan, şiir ezberleyen, o ezberlediği dörtlükleri oluorta seslendiren. Hele biri vardı ki, Varlık dergisi okuyor, beni de kendine benzetmek için var gücüyle destek olmaya çalışıyordu. Muammer Sümbül adındaki o arkadaşa da bana da buraya niye geldiniz, keşke liseye gitseydiniz diye takılırlardı. Tepkileri, son derece yerindeydi bana göre. Liseye gitmediğimiz için üzülürdük ama elimizden bir şey gelmezdi.

*  Öykülerinizde sade ve akıcı bir dil kullanıyorsunuz. “Daha  çimdireli on beş gün olmadı çamurda ağnanmış balak gibi olmuşsun”, cümlesindeki gibi mahalli sözcüklere, deyimlere sıklıkla yer veriyorsunuz. Dil Derneği üyesi  olduğunuzu da biliyoruz. Türkçenin bugünkü durumu hakkında ne düşünüyorsunuz.

İç acıtan bir soru bu! Dilimizde, Batı destekli öyle büyük bozulmalar var ki başedebilene aşk olsun. Şiirde, öyküde, romanda kullanılan dil, yer yer bulmacaya dönüştürülüyor diyebilirim. Sanki anlaşılmasın diye, tümceler bozuluyor, çarpıtılıyor, yerli yersiz yabancı sözcüklerle dolduruluyor. Bu bilerek yapılmış bir seçim sanki. Gençlerin, öyle metinlere değer verdiği savıyla kendilerini savunuyor o tür yazarlar. Merhaba yerine “mrhb”, diyebiliyorlar. Yazdıkları kitap değil de facebook iletisi gibi bir şey. Onun dışında, Türkçeyle, kedinin fareye oynadığı gibi oynadığını söyleyenler mi arasınız, Türkçeye ters takla atıtırdığını söleyenler mi? Hepsi var o yazarların arasında. Hem de küçümsenmeyecek sayıda. Besleme, duru Türkçe karşıtı, entel “yazar” kitlesini oluşturuyor bunlar. Bu yolda çocuk yazarlar da kullanılıyor. Toplumdan kopuk yayınevleri, istediklerini, çocuk bile olsa, ünlü yazar yapmakla övünebiliyor. Kitaplarda, sokaklarda, işyerlerinde, tezgâhtar, sunucu hep bir ağızdan, Türkçeye kıymakta sınır tanımıyorlar. Buna karşı biz de yerel ağzımızı, halk değimlerimizi duru, akıcı bir biçimde kullanıyor, canlı tutmaya çalışıyoruz.

Dil Derneğimizle, diline tutkuyla bağlı, postmodernizme meydan okuyan yazarlarımızla, dergilerimizle akıntıya karşı küreklere asılmaktan başka şey değildir yaptığımız. Bu hayasız akıma, tüm gücümüzle direneceğiz elbette.

*  Fantastik, her alanda yükseliyor. Öykü de bu yükselişten payına düşeni alıyor. Olay ağırlıklı, bir soruna değinen, hayatın içinden öyküler yazıyorsunuz. Fantastik öyküyü nasıl değerlendirirsiniz?

Ekonomik sorunlarını çözmüş toplumların üretip ortaya sürdüğü uçuk (fantastik), öykü türüdür o. Yadsımıyorum ama bize göre olmadığını da belirtmek isterim. Bizim, toplumuzun çok büyük sorunları var. Kaygılarımız o yöndedir. Onları yazmak, onları gündemde tutmak görevimiz ve sorumluğumuzdur.

*  “Heykelcikler” adlı öykünüzde “Şu bizim çelikhanede, sosyete hanımların, beylerin bir kaç saat olsun çalıştırılmasını, asıl çalışan bizlerin de gizli bir noktadan onları izlemesini çok isterdim”, cümlesiyle karşılaşınca, sizin tam da bunu yaptığınızı düşündüm. İşçi öykülerini yazarken, okur kaygısı yaşadınız mı?

Hayır öyle bir kaygı yaşamadım. Her temiz ürünün bir alıcısı vardır. Yeter ki ürününüz bozuk, ya da işlevsiz olmasın.

* “Pazarlık” adlı öykünüzde, Köy Enstitülü öğretmen kahraman, “Canalan”la pazarlık nedenini anlatırken beyninin ona, ”Durma çalış; ışık ver, anlat, bağır, çağır, üret, yaz hem de soluk almamacasına yaz!” dediğini söylüyor.  Sizin de “soluk almadan” yazmakta olduğunuz yeni çalışmalarınız var mı?

Her insan, her yazar kendine özgüdür, öyle olmalıdır. Bir başkasına benzemeye çalışmamalıdır. O öykü kahramanı, doksanlı yaşlarında biri. O yaşta bile yazıyor, düşünüyor, ülkesi için kaygılanıyor. Henüz işinin bitmediğini düşünüyor. Birkaç yıl daha yaşamak için canalanla (azraille) pazarlık yapıyor. O, Köy Enstitlü bir öğretmen çünkü. Bana gelince, yazmak için kendimi zorlamak yanlısı olmadığımı söylemeliyim. İçimden teperse, elbette yazmak isterim. Yazarın emekliliği olmaz bence.

*  Nasıl yazarsınız? Yazmak için  alışkanlıklarınız var mı?

Öykülerimi hep coşku içinde yazmışımdır. Gelir beynime girer, bastırır kendilerini yazdırılar. Bir başladım mı soluk almadan sürdürüm yazmayı. Sonra ince dokumalarım başlar. Bu birkaç gün olabildiği gibi haftalarca da sürebilir. Bitirdiğimde ise kendimi çok iyi hisseder yeğnilir, mutlu olurum.

Dergimiz adına, söyleşi için size çok teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını yürekten diliyoruz.

Ben de size teşekkür ediyorum Filiz hanım. Sesimizin biraz daha yankılanmasına aracılık ettiğiniz için.

(*) Celal İlhan, Türkü Yarası, Kanguru Yayınları, Ankara, 2020, s.70

Celal İlhan Kimdir?        

1943’te Yozgat’da doğdu.
İlk ve ortaöğrenimini orada, yükseköğrenimini Ankara Tekniker Yüksekokulu’nda tamamladı.
Çeşitli sanayi kuruluşlarında yirmi yıl makine bakım teknikeri olarak çalıştı.
İşyeri baştemsilciliği düzeyinde sendikacılık yaptı. 
“Ateşle Dans” adlı öykü dosyası, 2002’de, SES 5. Kültür Sanat Yarışması’nda özendirme, “Altmış Beş Metrede” adlı öyküsü, 2003’te, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması’nda birincilik,“Grevden Dönenin!” adlı anı romanı, 2009’da Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Yarışması’nda  birincilik ödülü aldı.
Dil Derneği üyesi.

Yayımlanmış kitapları:

“Anadolu’da Bir Nokta” 1999, Evin Yayınları (inceleme)
“Ateşle Dans” 2005, Kum Yayınları (öykü)
“Dokunan” 2007, Ürün Yayınları (öykü)
“Grevden Dönenin!” 2009, Kanguru Yayınları 2016
2. Baskı, Kaynak Yayınları.
“Dili Yüreğinde” 2012, Kanguru Yayınları (öykü)
Ateşle Dans ve Dokunan öykü kitapları birarada 2020 2. baskı, Kanguru Yayınları.

 

 

 

 

 

Sayfa : 4