...
Başlık : Celal İlhan'ın “Dili, Yüreğinde”
Yazar : Gülçin Göktay

Türküler… Ağuyu bal eden türküler…İlaçların en hası ve en hayırlısı türküler…”

 Celal İlhan'ın “Dili Yüreğinde” öyküleri on yaşını doldurmuş. On yıl önce ilk okuduğumda aldığım tadı yeniden aldım okurken. Özellikle Türküler öyküsü… Köyünden gelip kentteki damadının evine misafir olan, o dört duvar arasındaki misafirlik içini burgu gibi daraltıp buran bir babayı anlatıyor öykü. “İnsan eti ağır olur” diye bir söz vardır ya Türkçemizde; kahramanın eti de kızının evinde ağırlaşıyor, onunla birlikte yüreği de külçe gibi oluyor. Damadının gülmeyen suratı, yüzüne çarptığı zehir yüklü laflar, kızının çaresiz, umarsız uysallığı, onu ilk günden bezdiriyor. Kaçış için sığındığı yatak gece diken olup sırtına batıyor. Daha o akşamdan köyünün deresi, tepesi, ağacı burnunda tütmeye başlamıştır. Eşinin kaybı bir kez daha derinlerinde bir yeri sızlatır. Artık o sadece bir misafirdir, bu dünyada bir yerlere sığamayacaktır. Ve çareyi gecenin bir yarısında türkülere sığınmakta bulur.

Gülten Akın'ın şiirinde söylediği gibi:

“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar.”

İşte kahramanımız da o inceliği söylediği türkülerle hisseder yüreğinde, kendi kendini sağaltmaya çalışırken. Sonrası? Sonrası, akla gelmeyecek bir sürprizdir.

 İlhan'ın su gibi duru Türkçesi abartısız yalın diliyle yazdığı öyküler okurun kalbine ulaşıyor, titretiyor. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümü “Köyden”,  ikinci bölümü ise “Kentten” ismini taşıyor. “Kentten” bölümünün konuları da hep köyle organik bir bağ taşıyor, adı Kentten olsa da. Köyün doğallığı, içtenliği kent yaşamıyla tokuşturuluyor, yürekler hep köyden yana atıyor. Yaşamayan, tanık olmayanının bilmediği ama sezdiği bir sahicilik, satır aralarında kendini gösteriyor köy ile ilgili. İki  farklı çevrede yaşanan ilişkilere baktığımızda, insanın insanla ilişkisini, çatışmalarını, daha da ötesini, can almayı can vermeyi görüyoruz; ama köydeki çatışmalar daha doğrudan, saf, kendiliğinden bir özellik taşırken, kentte daha karmaşık girift, dolambaçlı ilişkiler ve olaylar görüyoruz. Çok insan çok derdi, çok yalan-dolanı, karmaşayı getiriyor çünkü. Kentliyi, modern  denen o hengamede bir garip  insancık, çok bilen, çok şeye tanıklık eden ama eli kolu bağlı, ağzı mühürlü, davranış konusunda aciz, ağız kalabalığıyla yetinen, kalabalıkta yalnız olan, gününü kurtarmaya çalışan bir tür olarak görüyoruz.

 İlhan'ın öyküleri, sözel kültürün hikayeleri tadında. Ağızdan ağıza dolaşan, sonu merakla beklenen, bir çırpıda dinlenip okunan bu öyküler sadece toplumun her kesiminden farklı insanlara, ilişkilere ve olaylara ayna tutmuyor; özellikle köyden bölümünde doğanın diğer kadim bireyleri de karşımıza çıkıyor, Turna Görmek, Çiğ Yumurtalar, Dedecan öykülerinde olduğu gibi ve dil bir yürekten çıkıp diğer yüreklere yolunu buluyor.

 

 

Sayfa : 6