...
Başlık : Bilinsin isterim ki ilham denilen periler, şu yaşadığımız vahşi çağı çoktan terk ettiler.”
Yazar : Aslı Zorba

  • Adnan Gerger. Gazeteci, şair, yazar, fotoğrafçı.  Meslek hayatında farklı alanlarda elliden fazla ödüle layık görülen çok güçlü bir kalem; dostane bir yürek.  Hayatını anlatmaya adamış Gerger’le çocukluğundan edebiyata; sosyal medyadan son kitabı Ses ve Sus’a kadar pek çok konuya değindiğimiz Gazetecilik, öğretim görevliliği, fotoğrafçılık, edebiyat… Anlatmakla, bilgilendirmekle dolu bir yaşamınız var. Sizi buna yönlendiren ne oldu?
     
  • Adnan GERGER:  İki etken var. Biri, ilkokul öğretmeni babam Kadri Gerger, ikincisi hayatı ilk yorumlamaya başladığım coğrafya. Babam iyi bir eğitim almış ve kendini çok iyi yetiştirmişti. Çok dilliydi. Kürtçe, Zazaca’yı çok iyi, Osmanlıca, Ermenice ve Süryanice bilir konuşurdu. Fransızcayı da az bilirdi. Divan Edebiyatına düşkündü. Lisede edebiyat öğretmenlerim, gazellerin, beyitlerin, kasidelerin çözümünü babama sorarlardı.

    Ortaokulda Din Derslerine de girerdi. Babam benim aynı zamanda ilkokulda da öğretmenimdi. Küçükken bana, ezberinden hikâyeler okurdu. Can kulağıyla dinlerdim. Belki kendisi o an uyduruyordu ama hepsi bir pedagog bilinciyle uydurulan ve bir çocuğu hayata hazırlayan hikâyelerdi. Bakış açımın oluşmasına bu bilinçle yardım ediyordu. Bendeki isteği görmüş olmalıydı ki, evin ortanca çocuğu olmama karşın bu anlamda diğer kardeşlerimden daha çok ilgi gösterdiğini sanıyorum.

    Çünkü bana kitaplar alırdı. Hiç unutmuyorum. Ya ilkokulu bitirmiştim ya da beşinci sınıftaydım. Yaz tatiline girmiştik. Bir gün tam bir kutu dolusu kitap getirmişti. Hangi romanlardı şimdi hatırlamıyorum ama yıllar sonra farkına vardığım şey klasiklerin küçük cep kitapları olmasıydı. Çok basit dille ve çok kısa yazılmış küçük cep kitaplarıydı. Çocukların anlayacağı şekilde resimli mini klasiklerdi. Ben Dostoyevski’yle, Tolstoy’la Victor Hugo’yla,  Reşat Nuri Güntekin’le, Yaşar Kemal’le ve daha birçok yazarla ta o zaman tanıştım. İtiraf edeyim o yıla kadar en çok okuduğum kitap Zagor, Tommiks, Sihirbaz Mandrake gibi kitaplardı. Bu kitaplara da kızmazdı. Yani ta küçüklüğümden bu yana okuma bilincini babamın yönlendirmesiyle oluşmuştu. Ailenin çok büyük etkisi olduğunu söylemeliyim.

    Hayatımı yönlendiren diğer etken de yaşadığım coğrafya demiştim. Diyarbakır’da doğmam, küçelerin (sokakların) havasını koklayarak büyümemin, çocuk kavgalarında kafa gözü yarmamın hayatımda hâlâ etkisi var. İlkokulun ortalarında babamın görev yaptığı Suruç’a gidişim Lise’yi bitirene kadar Suruç’ta kalışım, ayrı bir kültür olarak yaz tatillerinde Adana’ya ablamlara gidişim. Benim etkileyen yerlerdi. Hala bağlantılarımı koparmadım, bu kentlerle. Çocukluğum ve gençliğimin ilk şekillenişi bu coğrafyada yaşananlarla oldu.

    Özellikle Lisede Suruç’ta arkadaşlarımın kitap okumayı çok sevmesi ve entelektüel seviyeleri beni de etkiledi. Düşünün, lisede edebiyata, dünyaya ve ülkeye dair ne varsa tartışıyorduk. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okurken büyük bir şans eseri ancak yine benim iradem ve isteğimle (gazeteciliğe başlamam ayrı bir hikâyedir. Anlatsam uzun olur. Kısaca diyebilirim ki, yazma tutkumun sonucudur.) gazeteciliğe başladım. Gazetecilik, hayatımı biçimini kalıcı hale getiren mesleğim oldu. Fotoğrafçılığım gazeteciliğimden kaynaklandı.

    Mecburiyetten başladım. Sonra anı yakalamak hoşuma gitti. Uğraşmaya başladım. İlginç yanı ilk fotoğraf ödülüm gazeteci fotoğrafı değildi, sanatsal bir fotoğraftı. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) tarafından açılan ve halkın oylarıyla seçilecek bir yarışmaya katılmıştım. Orada birinci olduktan sonra uzun yıllar fotoğraf çekmeye devam ettim.  Stajyer gelen arkadaşların gazetecilik pratiklerinin olmadığını görünce üzülüyordum. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde uzun yıllar öğretim görevlisi çalışmamın neden olarak gazetecilik mesleğinin pratikliğini genç arkadaşlarıma öğretmekten kaynaklanıyordu. Bana ait şeylere dair ilk kez böylesine açık açık ve uzun yanıt veriyorum. Ve... Size söz veriyorum burada bir daha bu kadar uzun konuşmayacağım. Edebiyat kısa, öz anlatmaktır denir, değil mi? Ama bu bir röportaj, diyeyim ve bu sorunuza yanıtımı hoşgörünüzle bitireyim. Evet, evet içten bir sohbet benimkisi… 
     
  • Edebiyat hayatınızın neresinde? Yazmaya ne zaman başladınız?
     
  • Adnan GERGER: Ben çocukluğumda yazar olmaya karar verdim. Düşlerimi gerçekleştiriyorum. İlk şiirim ortaokul son sınıfındayken Suruç’ta yayınlanan Meşale Gazetesi’nde yer aldı. O gündür bugündür edebiyatla uğraşıyorum. Hatta gazeteci olmamın ana amacı da edebiyatçı olma niyeti taşıyordu. Ben o zamanlar gazeteci olunca iyi bir yazar olunacağını sanıyordum. Edebiyat hayatımın hiçbir yerinde... Çünkü hayatım edebiyat.
     
  • Uzun yıllar gazetecilik yaptınız, kitaplarınızda gazeteciliğin hangi boyutlarından yararlanıyorsunuz? Bu durumun kaleminiz ya da seçtiğiniz konular üzerinde etkisi oldu mu?
  • Adnan GERGER: Gazeteciliğimin edebiyatçılığımın üzerinde biri olumlu biri olumsuz iki etkisi oldu. Olumlu etkisi, edebiyatın beslendiği ve hatta metinlerin ana damarı olan insana ve insan hikâyeleriyle uzun yıllar hemhal olmamı sağladı. İnsana ve onun hikâyelerine bu kadar yakın olmam edebiyatta ele aldığım temayı da etkiledi. Her insanın ayrı bir dünya olduğunu, her bir insanın ayrı bir karakteri olduğunu ve bunlarla yüzleşmemi gazetecilik mesleği sayesinde oldu. Olumsuz yanı ise, dildi. Çünkü haber yazarken çok mekanik ve çok hızlı yazıyorsunuz. Oysa edebiyat bu değil. Edebiyatta insanı ve insana dair ne varsa yazmak isterken aslında bir başka insana dokunmayı da amaçlıyorsunuz. Bunu da dil sağlar. Edebiyatın kendi disiplini içerisinde dil çok önemli, çünkü. Ben şiirin, öykünün, romanın ve diğer disiplinlerin ayrı bir dili olduğuna inanıyorum.
     
  • On bireysel dört de kolektif olmak üzere yayınlanmış on dört kitabınız var. Yeri benim için ayrıdır dediğiniz bir kitabınız var mı? Varsa onu ayrıcalıklı kılan ne?
     
  • Adnan GERGER:  Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldığım ilk romanım Faili Meçhul Öfke, benim için çok önemli. Ayrıcalığı bana roman yazmanın ne demek olduğunu öğretmesiydi. Bu roman benim aynı zamanda edebiyata dair kuramsal ve kavramsal okulumdu. Bu roman, bana: edebiyatın son derece ciddi ve emek isteyen bir alan olduğunu ve bir insanın hayatını ona vermesi gerektiğini öğreten bir yapıt oldu.
     
  • 2010 yılında Faili Meçhul Öfke romanınızla Yunus Nadi Roman ödülünü aldınız. Mesleki yaşamına onlarca ödül sığdırmış bir insan için ödüllerin yeri ve önemi nedir?
     
  • Adnan GERGER:  Bu soru söyleşilerimde, imza günlerimde, etkinliklerde ve röportajlarımda bana en çok sorulan bir soru. Haklı olarak soruluyor. Edebiyat alanında ve özellikle gazetecilik alanında sayısız ödüller aldım. Daha geçenlerde benimle ilgili yapılan bir röportajda da aynı soru soruldu. Orada verdiğim yanıtı izniniz olursa burada da yinelemek istiyorum. Hep ödül alırken ödülleri verme mekanizmalarını ve ödül veren yerin ciddiyetini ve kurumsallığını sorguladım. Elbette ödül mekanizmasının yayınevleriyle ilintili ve diğer birçok faktörleri göz ardı edecek değilim. Ne yazık ki ödüller okuru yönlendirmenin ve yayınevlerini yüceltmenin bir yolu olarak deneniyor. Bu kanıtlanmış tutum “ bizim oğlan bizim hamam” algısını yaratıyor, ödüllerin tümüne zarar veriyor. Eğer ödüllerin verilişindeki sistem değişmezse ne yazık ki yitirilmiş inandırıcılığını tamamen yok edecek. Bu da en çok yazarların emeğini ve niteliğini ortaya koyan bazı ödüllere zarar verecek, bu ödüllerin de değeri kalmayacak.
     
  • Özellikle sosyal medyanın etkisiyle belirli bir kitleye hitap etmeye başlayan herkes, bu gücünü kullanarak kitap çıkarmaya başladı. Klavyenin başına geçen; bir yayınevi ile anlaşan insanlar niteliği tartışılır anlatıları bastırıp “yazar” sıfatıyla imza günleri düzenliyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Her kitap çıkaran yazar sıfatını hak eder mi?
     
  • Adnan GERGER:  Ne yazık ki yazın dünyasının en büyük sorunsalı bu vurguladığınız sorun. Beni şaşırtan şey, bu tür kişilerin,  “yazar” olarak sunulmalarına benim diyen yayınevleri de dâhil olması. Yok endüstrileşme denildi, yok yapıtlar tartışmasız metadır denildi, yok yeni nesil edebiyat denildi, yok metinler kolayca anlaşılsın denildi, şu dendi bu dendi. Her yayınevi kendi yazarlarını (kendi yıldızlarını) yarattı ve okura (alıcılarına) öyle sundu. Yazın dünyasında yeni bir özne yaratıldı. Bu özne, yayın sermayesince belirlenmiş ve fetişleştirilmiş nesnelere dönüştürülmesinden başka bir şey değil. Böyle bir alanda praksislerin yerini bulması giderek olanaksız hale gelirken üretmeyi salt kâra dönüştürmeye amaçlandı. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Hani şu günlerde dünyayı kasıp kavuran ünlü k-pop grubu BTS (Bangtan Boys)’un en yakışıklı üyesi Jin’in duruma benziyor. Lakabı, “dünya yakışıklısı” olan Jin, deniliyor ki çok yakışıklı olduğu için sokakta yürürken keşfedilmiş ve grubun üyesi yapılmış. Şimdi mantık aynı mantık. Sosyal medyanda ne kadar takipçin var, ünlü müsün, popüler misin, iyi o zaman yazın dünyasının en iyi yazarı sen ol zaman. Bu konuda sayfalar dolusu konuşmak geliyor içimden. Konuşulmalı da ama… Tüketim çağındayız ama eleştirel bir edebi dili yitirdiğimizde yazın dünyasının işlevi yok olacak, belki de estetik insani duygularımızı yitireceğiz. İş o kadar tehlikeli yani. Her kitap çıkaran yazar sıfatını alacaksa yazar sözcüğünün ayrı bir anlamı olur. Çünkü yazanlarla yazarlar hiçbir zaman bir olamaz. Çünkü kendi gözleriyle görmeyen söyleyecek kendi sözleri olmayan insanların yazdıkları eylem yazarlık eylemi değildir. Böylesine yazanlar ve sunulanlar, istediği kendilerine yazar desinler, hiçbir değeri yok. Yazarlık o kadar kolay bir iş değil. Çaresizliğin en koyu zamanında bile umut yaratmak, diğer insanlardan oluşan diğer bir dünyaya ilişkin sezgilere sahip olmak ve bunu yazıyla anlatmak sanıldığı kadar kolay mı sanıyorsunuz?
     
  • Bu sorun insanın aklına “Nitelikli okur” sorunsalını da getiriyor. Sizce nitelikli okur kimdir?
     
  • Adnan GERGER:  Nitelikli okur, bir yapıtın değerli kılınmasında yazar kadar kendisinin de payı ve sorumluluğunun olduğu bilincinde olandır. Nitelikli okur, okuduğu bir yapıtta neden-sonuç ilişkisini arayandır. Gözüyle değil, bilinciyle ve yüreğiyle okuyandır. Nitelikli Okur, metni okurken değiştirebilmeyi düşünerek yazarı eleştirebilendir. Nitelikli okur, hangi yayınevinden çıktığını umursamadan popüler olana değil, orada burada durmadan karşısına çıkartılan ve okunması için kendisine dayatılan yapıtları okuyan değil, kendisine dokunacağını bildiği kitapları okuyandır. Kendisine yeni bir dünyayı aralayabileceğine yardım edecek kitapları seçendir.
     
  • Ben kendi adıma sosyal medyanın okuyucu kitlesi üzerinde olumsuz bir etki yarattığını düşünüyorum. “Bu ay şu kadar kitap okudum” “Bu sene okuma hedefim şu.” gibi sayılara indirgenen bir edebiyat sevgisi mevcut. Bu durumun edebiyata etkisi sizce nasıl olacak?
     
  • Adnan GERGER: Bu eleştiriniz, gerçekte okur-yazar ilişkilerinin kuramsal çağrışımlarla çatıştığı ve edebiyatın gerçek eleştirel kurumsal yapının üzerinde var olduğu bir ülkede geçerli olabilir. Açıkça ben bu ülkede sosyal medya da bu örneklemeyle de olsa edebiyat sevgisinin hangi yolla gösterilirse gösterilsin onun taraftarıyım. Burada sorun edebiyat sevgisinin sayılara indirgenmesi değil, sorun bu kitapların gerçekte okuyup okunmaması. Ben bu tür paylaşımları gördüğümde aklıma gelen ilk soru bu oluyor. Bana göre evet bu tür şeyler paylaşılsın ama biraz da okunan kitaplarla ilgili değerlendirmeler de paylaşılsın.
     
  • Kitaplarınızdaki usta kurguları göz önüne alarak sormak istiyorum: Yazmak belirli bir disiplin gerektirir mi? Yoksa bir ilham gelip onun peşinden mi gider yazar?
     
  • Adnan GERGER: Eğer siz yazmayı bir yaşam biçimi haline getirmişseniz disiplinli olmak zorundasınız. Yazmak bir emek isteyen, kaygıların söz ile ilmik ilmik örülmesi gerektiren bir eylem, bir etkinliktir. Yazar, artık toplumsal çevresiyle uyumsuz birisi olmak zorunda. Yazdığı her sözcüğünün çevresini kuşkularla sarmak zorundadır. Her yapıt, düşsel çağrışımlardan ve şifreli algoritmalardan oluşan çatının kurulmasıyla ve toplumsal düşüncelerin psikolojik, sosyolojik ve felsefî eleştirileri kavranmasından doğar. Bu zaman işidir, disiplin işidir. İlhamın peşinde koşanlar, bilsinler ki günümüzün gerçeğini görmezden gelen muhafazakârlardır. Bilinsin isterim ki ilham denilen periler, şu yaşadığımız vahşi çağı çoktan terk ettiler. .
     
  • Eserlerinden etkilendiğiniz ve kaleminizde etkisi olduğunu düşündüğünüz yazarlar var mı?
     
  • Adnan GERGER:  Etkilendiğiniz yazarlar olmazsa yazamazsınız ki… Ancak şu var ki etkilendiklerinize öykünemezsiniz. Eğer yazma edimi sizin için bir var olma tercihse etkilendiğiniz yazarların dilini, kurgusunu, edebi yönünü ve aklını aşkın bir konumuna getirerek ve ona itiraz ederek var olabilirsiniz. O kadar çok ki… İsim vermek sanki yazmadığım bir diğer yazara haksızlık olacakmış gibi geliyor.  Okuyabildiğim tüm klasik yazarlar,  modern klasik yazarlar… Klasik olmayan yazarlar. Belirtmek istiyorum. Bana hep soruyorlar, roman yazıyorsunuz sadece roman mı okuyorsunuz, diye… Evet, roman okumaya daha çok vakit ayırıyorum ama bir şiir kitabı ya da öykü kitabı etkilenişim açısından farklılık göstermiyor. Hatta şiir kitaplarının bana imgelemimi genişletmeme en çok yardımcı olan kitaplar olduğunu söyleyebilirim.
     
  • Yazar kendi dilini nasıl yaratır? Okur kaygısı bu yaratım sürecinde etkili midir?
     
  • Adnan GERGER:  Elbette yazar kendi dilini yaratmak zorunda. Kesinlikle. Çünkü yazmak sadece bir dil sistemidir ve bu sistem yazarı kendini kurmaya zorunlu kılar. Dilinizi, yaratım sürecinde eğer ayrıntılı bir estetik çözümlemeye ulaştıramıyorsanız bu yolculuğa hazır olunmadığı anlamına geldiğini söyleyebilirim. Kendi dilini yaratamayan yazar, dilini yutmuş olarak kendini aldatır. Dilini yaratamayan yazar estetik yargısını da yaratamaz. Gelelim ikinci sorunuza…Yazar, metnini okuru düşünerek yazıyorsa niteliği de tartışılır. Okur kaygısını taşıyan bir yazara, “Niye? Okurla birlikte bataklığa giden yolun döşenmesinde suç ortaklığı mı yapacaksınız?” diye sorarım ben. Çünkü burada edebi kaygı değil, karşılıklı çıkar kaygısı vardır. Ben senin için ürettim, hadi beni al demenin yansımasıdır. Ha, son zamanlarda güncel konular üzerinden yayınevlerinin kendi yazarlarına sipariş üzerine yazmaları için talimat verdikleri yapıtlarda bu kaygı taşındığına ben de tanıklık edebilirim. Okura göre yazma tavrının hoş görüldüğünü, yaygınlaştığını hatta yayınevlerince kendi yazarlarının özendirildiğini ve çok satarlılığı beraberinde getirdiğini de biliyorum. Yine de “İyi de o zaman buna edebi yapıt denir mi?” sorusunu her zaman sormak gerek.  Bu sorunsala verilecek en iyi yanıt, bence bu sorudur.
     
  • Son kitabınız “Ses ve Sus” beni çok etkileyen bir roman oldu. Karakterleri; kurgusu; hem edebi hem felsefi dilinin oluşu; bütün bunlarla beraber tarihsel olaylardan besleniyor oluşu insanın aklına şu soruyu getiriyor: Bu kitap nasıl yazıldı?
     
  • Adnan GERGER:  Roland Barthes der ki, yazmak susmadan olmaz. Yazmak bir biçimde “ölü gibi sessiz” kalmak, son yanıtı karşılıksız bırakılan insan olmak demektir. Yazmak bu son yanıtı zaman geçirmeden başkasına yöneltmektir. Sizin de kitabımla ilgili bir yorumunuzda Calvino’ya öykündüğüm doğrudur. Post-modernizme yabancı kalsam da bu kitabı tamamlayabilmek için ona sığındım, evet. Çünkü ben, Ses ve Ses’u yıllar önce yazmayı kafamda kurdum. Ama yöntemimi bulamamıştım. Kaç kez denedim olmadı. İşin ilginç yanı Ses ve Sus’ta geçen anlatılarla büyümüştüm. Sonra on yıl önce Lena’yla tanıştım. Lena, bana büyük babalarının hikâyesini anlattı. Dünyanın birçok yerinde yaşandığı gibi bu coğrafyada da sıkça yaşanılan bir hikâyeydi ve ben çok etkilenmiştim. En önemlisi kafamdaki kurguya çok uygun olmasıydı. Önce kendimde eksikliğini hissettiğim şey kafamdaki kurguya uygun tarihsel geçmişti, bu eksikliğimi gidermek için çok kitap okudum.  Bu kitabı yazabilmek için mitolojik ögelerin ve felsefî anlatıma da ihtiyaç vardı. Dünyanın kurulduğundan bu yana var olan bir şeyi insanın parçalanışını ve toprağa hükmetme arzusunu anlatmak gerçekten zordu. Belli bir coğrafyayı anlatırken dünyanın başka bir yerinde de aynı şeylerin yaşandığını anlatabilmenin getirdiği bir kıvranış haliydi benimkisi. Olayların kurgusunun yaratım güçlülüğünü de metnimi mesele dönüştürerek aşmayı denedim. Ben gerçeklerin mesele dönüşmeyeceğimden eminim ama mesellerin gerçeğe dönüşebileceğini ve insanların buna inandığını biliyorum. Kurgunun girift olması beni çok zorladı. Bir polisiye kitaptaki yöntem burada da var. Haksız da sayılmazdım. Ses ve Sus’ta anlatılan hiçbir zaman çözülmedi. Çözülseydi zaten yaşadığımız dünya daha adil, daha yaşanılır olurdu.
     
  • Kitapta karakterlerin meselleri bir kadının gözüyle anlatılıyor. Bu sizi zorladı mı?
     
  • Adnan GERGER: Son yazdığım roman hariç, daha önce yayınladığım dört romanımın ana karakterleri zaten bir kadın. Yazdığım metinler beni ana karakterimin kadın olması gerektiğini zorladı. Ana karakterlerimin kadın olduğunun yine böyle bir röportaj sırasında bir okuyucumun sorusu üzerine farkına vardım. Evet, ana karakterim hatta alt metinlerde bile hikâyeyi sürükleyen karakterler kadın ve ben bunu bilinçli bir şekilde kullandım ama tüm içtenliğimle söylemek istiyorum ki kadın-erkek ayrımını düşünmedim bile. Dediğim gibi karakterlerim kadın olmalıydı. Anlattığım hikâyenin altından ancak bir kadının kalkabileceğini düşündüm. Çünkü kadının erkekten daha güçlü, daha direngen, daha sağduyulu ve sorgulayıcı olduğuna hep inanmışımdır.  Ve size bir sır daha vereyim. Bu romanlarımın ana hikâyesini arkadaşlarımdan esinlendim. Onların ya da yakınlarının yaşadıkları hikâyeyi kurguladım ve bu romanlar çıktı, ortaya. Laf açılmışken ben sözü “Metoo” hareketine de getirmek istiyorum. Hayatım boyunca dayatmalara, zora, zorbalığa karşı çıkmışımdır. Bir insanın istemediği bir şeyi yapmak ya da yapabilmeyi kendine hak görmek kadar iğrenç bir şey yok.  Toplumun kurtuluşunun kadınların kurtuluşunu şiar edinmiş birisi olarak söylemeliyim ki, dünya yerinden oynar, kadın özgür olsa… “Metoo” hareketini tüm yüreğimle destekliyorum.
     
  • Covid ve karantina süreci üretkenliğinizi nasıl etkiledi?
     
  • Adnan GERGER:  İlk bir – iki ay algılamada sorun yaşadım. Okuduğumu anlayamadım ve tek bir kelime yazamadım. Bir türlü kendimi veremiyordum. Ki benim için değişin bir şey yoktu. Ben evcil bir insanım, odamdan saatlerce çıkmam, çalışırım ama yine de etkilendim. Sonra toparladım. Hem okudum hem yazdım. Eski metodolojik çalışma ritmimi yakaladım.
     
  • Yeni bir roman çalışmanız var mı?
     
  • Adnan GERGER:  Evet, bitirdim bile ama üzerinde çalışmalarım devam ediyor. İsmi,  KOPUK SORULAR.  Bir roman. Tam bitirdim dedim, hatta yayınevlerine değerlendirilmek üzere gönderdim. Aklıma esti, bir de editör gözüyle okuyayım dedim. Oooo... İçime sinmedi, geri çektim. İyi ki çekmişim. Şimdi yeniden üzerinde çalışıyorum. Ayrıca kafamda üç tane daha roman var. Hepsinin çatısı kuruldu, yazılmasını bekliyor.
     
  • Çok teşekkürler.
     
  • Adnan GERGER: Ben teşekkür ederim.

Sayfa : 4