EDİTÖRDEN… Aslı Zorba
Biz bu sayıda Bulut Yazar Dergisi olarak sizlere bir nebze şifa olmak ve aynı duyguları yaşatmak dileğiyle yola çıkıyoruz. Mayıs-Haziran sayımızın konuğu edebiyat alanında pek çok ödülün sahibi; Türk öykücülüğünün usta ve üretken ismi Cemil Kavukçu. Dergimizde, yazarla edebiyat üzerine yaptığım keyifli sohbetle birlikte eserlerine ilişkin inceleme yazılarına da yer verdik. Bunların yanı sıra yazarlarımızın makale, öykü ve şiirleri yine sizlerle olacak. Her sayımızda olduğu gibi bu sayımızda da sizlerden gelenleri paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz....
Cemil Kavukçu Kimdir? Aslı Zorba
Cemil Kavukçu 1951 yılında Bursa’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bursa’da tamamlayan yazar, İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü’nden mezun. Uzun yıllar Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nde çalışan ve bu kurumdan emekli olan Kavukçu, aynı zamanda Can Yayınları’nda editörlük de yaptı. ...
“‘Bu iş bu kadarmış’ deyip gölgesine çekilirseniz güneşi bir daha göremeyebilirsiniz. “ Aslı Zorba
Cemil Kavukçu Türk Edebiyatı’nın usta isimlerinden. Yaşamın içinden seçtiği karakterler ve ruhlarımıza işleyen hikayeleriyle adeta bir şifacı. Öyle ki Fethi Naci, Kavukçu’nun hikayelerine değindiği bir yazısında, ...
BALYOZLA BALIK AVI Filiz Bilgin
“Yazar ortaya çıkardığı yapıtıyla şu üç evreyi yaşar: İlki döllenme ve hamilelik dönemidir.”… “ Sonra doğum gelir. Bir dönem içinde taşıdığı, onunla yatıp onunla kalktığı, yer yer tıkandığı, acı çektiği yapıt yazardan çıkmıştır artık. Bu nedenle de cinsiyeti ne olursa olsun her yazar dişildir. Rahatlamanın yanı sıra bir boşluk da yaratır bu durum. Hatta hüzün verir. ”… “Asıl sıkıntı doğumdan sonra yaşanıyor. ...
Cemil Kavukçu ile “Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak” Gülçin Manka
“Kaybolmak” sözcüğü, her zaman ürkütücü olmasa bile, yine de içinde gizemli ve tekinsiz anlamlar barındırır. Düz anlamıyla düşündüğümüzde, bir insanın, hayvanın ya da bir eşyanın kaybolması; fiziki anlamda ortadan yok olması ve bulunamamasıdır ki bu genellikle istenen bir durum değildir. Öte yandan, kaybolmanın içinde gizemin verdiği heyecan ve macera kokusu da vardır; bilinmeyene duyulan o öğrenme, araştırıp bulma, ortaya çıkarma güdüsüdür bu....
CEMİL KAVUKÇU’dan/YÜZÜNÜZ KUŞLAR YÜZÜNÜZ/Gerçekliğin kurgusu değil, /Kurgunun gerçekliği Meliha Yıldırım
Cemil Kavukçu’nun Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz’ü de bunalan kentli aydının uzun öyküsüdür. Fakat Kavukçu’nun karakterinin bunalması bu dönem eserlerdeki karakterlerden farklıdır. Onlar varlıklarını toplumun yararına harcamak isteyen idealistlerdir. Toplumunu kültür, siyasal düşünce ve hatta ekonomik olarak kalkındırmak sevdasındadırlar. Cemil Kavukçu’nun aydını Feridun, kesin inançları olan, iddiası veya önerisi olan aydın değildir. Onun ne yeni bir kimlik arayışı vardır ne de kan bağıyla bağ kurmak isteyen bir çabası. ...
SUDA BULANIK OYUNLAR Betül İğdeli
Cemil Kavukçu’nun bu romanı hemen her gün onlarca insanın öldüğü, bombaların patladığı yetmişli yılların karanlık günlerinde şehre okumaya gelmiş taşralı bir genç olan, Tarık’ın yaşamını anlatan bir nesil romanıdır. Roman kahramanları farklı olsa da Suda Bulanık Oyunlar, yazarın ilk romanı Dönüş’te 12 Eylül sonrasını anlattığı dönemin öncesini anlatan bir nehir roman gibidir....
Çapraz Enfeksiyon Kerem Yılmaz
Virüs bulaşmasın diye gerekli tüm tedbirleri aldığını düşünüyordu. Maskesini dikkatli bir biçimde yüzüne taktı. Üst kenarını burnuna tam adapte olsun diye hafifçe kıvırdı. Eldivenlerini giydi. Anestezi yaptıktan sonra hastanın dişlerini kesmeye koyuldu. Her şey rayında gidiyordu. Yaklaşık yarım saat geçmişti. O seans kesmeyi planladığı dişlerin ön ve yan yüzeylerini kesmişti. Zorlandığı arka kısmı sona bırakmıştı. Başını iyice eğdi ve dişlerin arkasını görmeye çalıştı. Aeratörün ucunu kesmeye karar verdiği bir dişin arka yüzeyine doğru yaklaştırdı...
Seyyar Sevici Ersin Kurt
Boğazıma yumruk büyüklüğündeki bir taş gibi dizildi kelimeler. Konuşmak isteyip de konuşamamak felaket bir durum. İlk şoku atlatınca ''Peki ama neden, neden Marmaris'e gidiyorsun ki, Side'nin suyu mu çıktı? Hem, dün gece sahilde ateşli bir şekilde öpüşürken bana 'Seni seviyorum' diyen sen değil miydin Ece?'' dedim. Duraksadı ve asla duymak istemeyeceğim zehirli cümlelerini kustu: ''Hâlâ anlamadın mı? Evet, seni seviyorum dedim ve sevdim de... Gitmemin tek sebebi de bu zaten! ...
DENKLEŞMEYEN Azize Kubilay
Çarşafın uçlarını denkleştirmeye çalıştı, iki ucu üst üste getirdiğinde diğer iki uç asla tam olarak denkleşmiyordu. Yatağın diğer yanına geçip uçları bir kez daha birleştirmeyi denedi. Bu defa da ortaya doğru oluşan bolluk daha kötüydü. Doğruldu, saçlarını elleriyle tarar gibi yaparak geriye doğru sıkıca çekiştirdi. Gözleri zaman sayıcısına kaydı, hep aynı ses. Tik, tak. Tik, tak… Sonsuzluğa işaret etmek üzere kurulup sağa, sola asılan, yetmedi bileğe, boyna takılan sayıcı, zamanı yakalamaya çalışıyordu....
ŞENYUVA’DA OLUP BİTENLER... Sami Aydoğan
Eskiden bağlık bahçelikli Şen Yuva apartmanının olduğu yer. Her taraf apartmanlarla dolunca bu bağların bahçelerin sahipleri de kapılarını aşındıran yapsatçılara evet demek zorunda kaldılar. Birkaç apartman dairesine tamah ettiler; o güzelim ağaçlarının kıyılmasına, çiçeklerin sökülmesine ses çıkarmadılar. Burayı alan yapsatçı diğerlerine göre insaflı çıktı. Her tarafı altüst etmedi, biraz bahçe bıraktı. Bahçenin köşesine de müştemilat yaptırdı. Oraya üniversitede okuyan bir hemşerisini bahçeye baksın, apartmandakilerin getir götür işleriyle ilgilensin diye yerleştirdi. ...
Naftalin Kokusu Bensu Balioğlu
Şubattı. Dışarının soğuğu insanı iliklerine değin donduruyordu. O sabah yine erkenden uyanmıştık. ‘’Bir çay koyayım da içimiz ısınsın’’ diyerek beni sedirden yaptığımız yer yatağında tek başına bırakan annem göz ucuyla da yan odayı yokluyordu. Aysel teyzem naftalin kokulu beyaz çarşafın içinde kömür karası saçlarıyla melek gibi uyuyordu. ‘’Allah biliyor da bizim başımıza bu belayı veriyor’’ dedi annem, mutfakta gazı bitmek üzere olan ocağı can havliyle ateşlemeye çalışırken. Sahi, Allah gerçekten bizi bilerek mi sınıyordu? Önce babamın ortadan yok oluşu, sonra teyzemin bu hastalığı... Annem iki çocukla ortada kalmıştı. Utana sıkıla döndüğü babaevinde de dertleri peşini bırakmıyordu. Elden ayaktan düşen ablasına bakmak elbette gencecik yaşında dul kalan Hülya’nın boynunun borcuydu. Öyle demişti dedem bizi evine kabul ederken. Aysel teyzem evin en küçük odasında yaşıyordu. Tabii buna yaşamak denirse... Oda; basık ve havasızdı. Zemindeki mozaik taş kaplamaları dedemin zamanında Mardin’den getirttiği, üzerinde sarı kırmızılı şekiller bulunan el dokuması halılarla örtülmüştü. Odaya girer girmez dikkat çeken sedirin tam üzerinde Arapça yazılı Âl-i İmran suresi asılıydı. Yıkanmaktan uçlarında yer yer delikler oluşan dantelli beyaz perdenin kenarlarından güneş ışığı doluyordu odaya. Annem evlenirken çeyizinin en nadide parçası olan bu Fransız güpür perdeleri boşanırken de yanından ayırmamıştı. Kim bilir belki de baktıkça babamla geçen birkaç güzel günü anımsıyordu bu perdeler. En son gelen doktor odayı sık sık havalandırın diye tembihlemesine rağmen annem kenar boyaları dökülmüş, kolu neredeyse elimizde kalacak olan pencereleri inatla açmıyordu. ‘’Mazallah üşütür de günde üç posta altını değiştirmek zorunda kalırım’’ diyerek savunuyordu kendini annem. Haklıydı da bir bakıma. İnsan eti ağırdır demişler. Hele ki henüz kırkında bir kadın için bu yükün dayanılacak tarafı kalmamıştı. Kimi geceler oluyor Aysel teyzem sanki boğazına yapışmışız gibi inlemeye başlıyordu. O geceler yatağın içinde daha da derine girmek, kat kat örtülmüş yünlü yorganların arasından kaybolup gitmek istiyordum. Bir yandan ellerimle kulaklarımı kapatmaya çalışıyor diğer yandan ağzımla tekerlemeler yuvarlıyordum. Sanki o sesleri duymasam bu acıların yaşandığını bilmeyecekmişim gibi... Annem ise teyzemin başında sabahı zor ediyordu. ‘’Allah alsa da canını sen de biz de kurtulsak’’diyerek az geceler geçirmedi annem. Aysel teyzem de adeta söylenenleri anlıyormuş gibi annemin her bedduasında zayıflıktan kemikleri görünen kollarıyla yatağın korkuluklarına daha sert vuruyordu. Bu durum annemi daha da çileden çıkarıyor, teyzem vurdukça o da gözyaşlarına hakim olamıyordu. Aysel teyzem dört kız kardeşin en büyüğüydü. Kömür karası saçları, mermer gibi bembeyaz teni, neredeyse kaşlarına değecek ok gibi kirpikleriyle annem onun, gençliğinde Ses dergisine kapak olan Türkan Şoray’a benzediğini söylerdi. ‘’Bakma şimdi böyle yattığına mahalleye bir adım attı mı benim diyen erkeği bile kendine hayran bırakırdı.’’ Yatağın yanında duran küçük sehpanın üzerindeki çerçeveli, siyah beyaz fotoğraf olmasa teyzemin bir zamanlar bizim gibi sağlıklı olduğuna asla inanmazdım. İnsan senelerce yatalak gördüğü birini nasıl sapasağlam hayal edebilirdi ki? ‘’Belki bir gün yine geçer mahalleden’’ diyerek cevap verebildim anneme, söylediğime kendim bile inanmamıştım oysa. Ama anneme bir cevap vermem lazımdı, sessizlik bu evde asla hoş karşılanmazdı. Ne zaman bir sessizlik olsa Aysel teyzemin yakarışları ortamı adeta kurşun gibi delip geçerdi. O yüzden susmamalıydım. Susarsam sanki teyzem daha büyük bir çığlık atarak konuşacaktı. Yine bir akşam mutfak masasının başında çayımızı içerken teyzem benzerine daha önce rastlamadığımız bir ağlama krizi geçirmeye başladı. Kadıncağız elini kolunu kontrolsüzce savuruyor, ağzından dökülen salyalarla adeta bize bir şeyler anlatmak istiyordu. ‘’Canı çıkasıca, yine Selim geldi demek ki aklına’’ dedi annem. Selim’in kim olduğunu, Aysel teyzemin ondan sonra nasıl yemeden içmeden kesildiğini, doktorların bir türlü teşhis koyamadığı bu hastalığın bir aileyi ne denli darmaduman ettiğini o gece öğrendim. Küçük sehpanın üzerindeki fotoğrafın sağ kenarındaki yanık kısmın sebebi de şimdi anlaşılmıştı. Teyzem gençliğinin baharında kalbini evli ve üç çocuklu bir adama kaptırmıştı. Annemler ne dedilerse, ne kadar dil döktülerse geri döndürememişlerdi Aysel’i. Ha bugün ha yarın ayrılıyorum diyerek senelerce oyalamıştı Selim teyzemi. Eşini de sevgilisini de bir güzel idare etmişti. Zavallı Aysel gerçekten inanmıştı bir gün beraber olacaklarına. Ta ki elinde iki yaşında çocuğuyla karısı annemlerin kapısına dayanana kadar. Annem daha dün gibi hatırlıyor o günü. ‘’Bir gün mezar taşına ablamın ölüm tarihini yazacak olsak o Haziran gününü söylerdim’’ diyor annem her anlatışında. Aysel teyzem elinde çocukla kadını karşısında görünce utancından yerin dibine girmiş, günlerce ağzına tek bir damla su bile sürmemiş. Ne olduysa ondan sonra olmuş zaten. Önce işe gitmemeler başlamış sonra bir odada geceler boyu ağlamalar... Selim de seviyormuş herhalde ki kaç gün kaç gece bizim evin kapısını beklemiş. Aysel çıkar da anlatırım olanları diye. Olan olduktan sonra anlatsa ne fayda... Yuva üstüne yuva kurulmaz diyerek Selim’in adını bir daha anmamış teyzem. Başta annemler sevinmişler, kız unuttu hayatına yeni bir sayfa açacak diye düşünmüşler. Ama sonra Aysel teyzemde bir gariplik olduğunu fark etmişler. ‘’Kaç doktor kaç hastane gezdik hatırlamıyorum’’ diyor annem. Bir tek ‘’ bu hastalık çok hızlı ilerler, her şeye hazırlıklı olun’’ denildiğini anımsıyor. Zaten sonrası ortada. Kendimi bildim bileli keskin bir sidik kokusu içinde kalan o odada yatıyor teyzem. Nefes almak dışında neredeyse hiçbir hayati fonsiyonu bulunmuyor. Kimi zaman gözleri bir şeyler anlatmak istiyor gibi pek bir manalı bakıyor. O zamanlarda beni anlamasını istermişçesine ...
BIÇAK SIRTI ÖYKÜLER (cimcik öyküler) Serdar Koç
DEVRİMCİ Hayata olan inancını yitirirse insan, artık ruhu da çürümeye başlar. Bu, aynı zamanda kendi çocukluğuna ve gençliğine karşı da inançsızlıktır. Ve haksızlıktır da. Tecrübenin tutuculuğa dönüşmesi ideallere ayak bağıdır. Böylece tecrübe kendi yeni ideolojisini de oluşturur. Yani tecrübenin kendisi bizatihi ideolojiye dönüşür. (Aşkta tecrübe yoktur, rütbe de…...
Bir Ömür Daha Gerek *Evet, Öldükten sonra bir ömür daha gerek, Yasin Tatar
Geldiğimizden beri ağzını bıçak açmadı. Bakışları önündeydi. Kollarını masanın üstünde bağlamış, öylece duruyordu. Garson çocuk, boş tepsileri servis arabasına istiflerken yan gözle, birkaç kez bizi kesti. Elinde masadan daha pis bir bezle, tozları oradan oraya taşıyıp duruyordu. Serçe parmağını susamlara bandırdığını görünce ‘’Bir tereyağlı daha?’’ diye sordum. Bedeni çuval gibi hareketsizdi. Neden sonra bir şey dikkatini dağıtmış olmalı ki yüzünü bana döndü...